Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ali Dmlyc

Ali Dmlyc
@Rebornx
Mühimsemez
Mersin Üniversitesi
Mersin
71 okur puanı
Kasım 2023 tarihinde katıldı
Bir kere, Osmanlı İmparatorluğu hiçbir zaman doğrudan sömürge olmadı. Yıkıldığı güne kadar emperyalist Batı'nın ekonomik-diplomatik bir yarı-sömürgesi durumunu muhafaza etti... İkincisi, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Emperyalistler arası Savaşa "taraf' olarak katıldı. Dünyayı yeniden paylaşmak amacıyla başlatılan bir savaşa taraf olarak katılan bir devletti. Nedense, bizim tarihçilerimiz bu iki önemli olguyu bilinçli olarak yok saymayı yeğliyorlar. Bu iki önemli olgu atlanarak yapılan tahlillerin boşlukta kalması kaçınılmazdır. Eğer bir ülke, Dünyayı yeniden paylaşmak isteyen taraflardan birinin yanında bu savaşa katılıyorsa, her halde amaç paylaşımdan pay kopar­maktır. Emperyalist paylaşım savaşına katılan bir devletin antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı vermesi mümkün mü?
Reklam
Gerçekten Mustafa Kemal ve onun "inkılaplar"yla ilgili olarak yaratılan efsane, yedi yüzyıllık Hilafet ve Saltanat devrinde yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreti­cilerinin, sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıy­la yola çıkmış olmalarıdır! Topluma, rasyonel düşünceyi ege­men kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe üretmişlerdir. Putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu.
Cumhuriyet dönemi aydınları istedikleri kadar modernist bir dil kullansınlar, hezeyanları, kuruntuları ve monolitik düşünceleri veri iken, toplumun kendisi hakkında düşünme yeteneğini boğdular. Kendi ayrıcalıklı konumlarını muhafaza edebilmek için her türlü "farklı" düşünceyi tehlikeli saydılar. Aydınların yönetici sınıf konumunda olduğu bir toplumsal formasyonda kültür, bir sınıf kültürü aydın sınıfın kültürü haline gelir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Türk aydınları, yalan üretip ürettikleri yalanla yaşamak gibi, talihsiz bir ko­numda bulunmuşlardır. Sözde, topluma rasyonalist düşünceyi yerleştirmek amacıyla yola çıktıklarını iddia etmelerine rağmen, her zamankinden daha çok hurafe üretmişler, Mustafa Kemal'i putlaştırmayı marifet saymışlardır.
Gramsci'ye göre; yeni bir ideolojinin toplumun tüm kesimlerinde hegemonya kurabilmesi için o ideolojinin sahibi ve taşıyıcısı olan ve tarih sahnesine çıkan yeni sınıfın, üretici güçleri geliştirmesi, ekono­minin üretici temelini dönüştürerek, bir önceki tarihsel döneme göre önemli bir ilerleme sağlaması, tarihsel olarak geri olan sını­fa karşı yürüttüğü, devlet aygıtını ele geçirme mücadelesinde kendi çıkarlarını gerçekleştirirken, toplumun diğer kesimlerini de bütünüyle ihmal etmemesi, dolaysız üretici kesimlere de önceki duruma göre bir şeyler vermesi gerekir.
Reklam
O halde halkın çıkarlarının "nerede ve nasıl"nı bilen bürokratik aydınlar, iktidarı ele geçirerek kestirme çözümler dayatacaklardı. 27 Mayıs darbesini yüceltmeleri ve söz konusu darbenin sınıfsal bir tahliline yanaşmamaları ilginçtir. 1960' ların "sosyalist"leri arasında Stalinizme bağlılıklarını sürdüren prosovyetik dar bir kesim dışındakilerin ufukta "sosyalizm görünmeyince", sermaye ve devletle olan ilişkilerini gözden geçirip, bir "durum değerlendirmesi" yaparak ortalıktan çekilmeleri, asıl niyetin başka olduğunun bir göstergesidir ...
Ürettikleri yalanla yaşamayı "aydınlanma" sandılar. Resmi ideolojinin üreticisi ve yayıcısı olarak da her zaman hakettikleri hediyelere kavuştular...
"Hakim ideoloji hakim sınıfın ideolojisidir," diyor kitap. Osmanlı ülkesinde hakim sınıf , Fransız veya İngiliz burjuvazisi. Sarayın direnişi azaldıkça kapitalizm taarruzunu yoğunlaştırır: Keşişler, mektepler, mürebbiyeler, mason locaları... Osmanlı Bankası, nişanlar, sefaret baloları ve Beyoğlu'nu zevk panayırı­na çeviren şuh aktrisler. Cemil Meriç bir başka yerde de şun­ları yazıyor: "Avrupa silahları ve teknolojisiyle birlikte Avrupa fikirleri de ithal edildi. Bunlar da sosyal ve siyasi düzenin en az ötekiler kadar tahripçisiydiler."
Türkiye"de güzideler sınıfı, halka ait ne varsa bayağı, adi, amiyane görür, bundan dolayıdır ki halka "avam" adını verirdi. "Avam, hevamdan farksızdır" diyerek, halkı hayvanlar derece­sine indirirdi. Kendi kendine "havas revanım" unvanını veren bu zümre, hiç avama kıymet verebilir mi?"
Artık iki yüzyıldır dayatılan (asrileşme, muasırlaşma, batılılaşma, çağdaşlaşma, kalkınma, çağ atlama) ve her seferinde yeni bir şeymiş gibi sunulan paradigmanın iflas ettiği­ni kabullenmeliyiz. Bir şeyi daha kabullenmeliyiz ki, söz konusu paradigmanın dışına çıkmadıkça gerçekten eşitlikçi, demokratik, gönençli, kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplumsal düzen oluşturmamız mümkün olmayacaktır.
Reklam
Türkiye'nin son elli-atmış yılda belirli bir mesafe kay­dettiği kesindir. Bu zaman zarfında yerinde sayan hiçbir toplum yoktur. Böyle bir şey zaten eşyanın tabiatına da aykırıdır. Önem­li olan ülkenin kapitalist Dünya sistemi içindeki konumunun ne olduğu, ne yönde, nasıl ve ne kadar değiştiğidir. Üstelik her değişmeyi "ilerleme"yle, her büyümeyi de "kalkınma"yla özdeş saymak sakıncalıdır. Eğer bir anlam ifade ediyorsa; 1987 veri­lerine göre Türkiye nüfusunun %40'nın (21 milyon) yıllık geliri 355 dolardı! Karşılaştırmanın anlamlı olabilmesi için, "geriye" değil "etrafa" bakmak gerekir. Bir toplumsal formasyonun başarısı düne göre bugün neye sahip olduğuyla değil; fakat karşı karşıya olduğu sorunları çözebilme yeteneğiyle ölçülür.
Anlat bana, kuraklık, anlat bana, yanık toprak, öğütülmüş kemiklerin toprağı, anlat bana, acı çektirilen ay: su yok mu
Her şey tanrıdır. Bir kırık heykel ışığın kemirdiği sütunlar Ölümün yaşadığı bir dünyada canlıdır yıkıntılar!
Bu adamlarla biz hiçbir savaşı ka­zanamayız, bu savaşı ise asla.
Bu stratejik anlamsızlık için ölmeye değmeyeceğini düşüne­rek, beni buradan kurtarmanı rica ettim. Bir sözcük söyle­yerek beni kurtaracak bir emir çıkarmak senin için o kadar kolaydı ki. Sen durumu anlamadın, pekala baba.
262 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.