Birisini yok etmek için en iyi strateji, kendisini tehdit eden her şeyi ortadan kaldırmak ve böylece onu bütün savunma olanaklarından yoksun bırakmaktır; bizler de aynı şeyi kendimize uygulamak üzereyiz. Irk ve dil farklılıklarını göz önünde bulundurmaksızın ötekini bütün biçimleri altında (hastalık, ölüm, olumsuzluk, şiddet, yabancılık) ortadan
Ayrıca, kişinin yurdunu bırakıp Amerika'ya gitmesinin de alçaklık, alçaklıktan da öte bir şey, aptallık olduğu kanısındayım. İnsanlığa burada da, geniş ölçüde yararlı olunabilir, Amerika'ya gitmek de ne oluyormuş?
Epiktetos da bunu söylemez mi? “Herhangi bir şey konusunda ‘Onu kaybettim’ deme. ’Onu iade ettim’ de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin.Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yeni bir iade! ‘Fakat onu elimden alan kötü bir adamdı’ deme. Onu sana veren elin falanın ya da filanın aracılığıyla onu geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı müddetçe sana ait değilmiş gibi istifade et ondan, tıpkı yolcuların hanlardan yararlanışı gibi.” Göçebe böyle sözler duyduğunda hemen anlar.Çünkü o fatihtir ve bu yüksek düşünceleri herkesten önce fethetmiştir.
“Oysaki göçebe akdini Allah ile yapmıştır ve tabiata asla bel bağlamaz. Başının üzerinde damı olmadığı için bulutların geçişini görmüş ve söyledikleri şarkıyı duymuştur. ‘Yalan, yalan, yalan’ der durur bulutlar ve yalanlar gibi sürekli değişirler. Göçebe, Güneş’in, kanatlarını iki yana doğru açan bir ordu gibi büyüdüğünü görünce, kızgın kalkanının ardından alevli okulların yağacağını bilir.Göçebe uzak tepelerin ardından, ağzından buharlar çıkararak yaklaşmakta olanın kara kış olduğunu bilir.Atının üzerindedir. Yüzünde acı bir küçümseyişle her şeyi bırakır gider, yani hiçbir şeyi. Zira o bırakıp gidemeyeceği hiçbir şeye sahip olmamıştır. Hayata bu kadar değer vermekle birlikte herkesten daha iyi yaşar. Çünkü o hayattan kendisinden başkasını istemez. Böyle yaşayan ölümü de umursamaz. Dünyaya değer vermeyen ama yine de yaşamayı bilen, ölümü arzu etmeyen ama geldiğinde de oturup ağlamayan en büyük ve tek gerçek bilgedir.Kolunda kartalı, atının üzerinde duruşu ne muhteşemdir! Düşünecek neyi vardır ki onun? Hükmünü çoktan vermiş ve düşünmeyi acemilere bırakmıştır. Lafı çoğaltmayı seven kadın kılıklı şehirlere ve köylülere bırakmıştır düşünmeyi.Köylü korkar, şehirli düşünür, göçebe ise yaşar.”
“Şehirlerde yaşayanlar daha da imansız. Çünkü şehirlerde felaketin de nimetin de pek çok çehresi vardır. O yüksek binalar elmasların içindeki aynalar gibi suretleri çoğaltıyor sanki. Şehre iyilik geliyor; yüz çeşit tezahür doğuyor. Şehre bela geliyor; yüz çeşit tezahür daha görünüyor. Bu suretler sağanağında yolunu şaşırıyor aptallar, sokaklar birbirine karışıyor, her sokak başında bir ayna ve her aynada yeni bir put.Ne çok sebep var şehirde ve ne çok müsebbib! Allah’ın kelimelerini yazmaya nasıl ki denizler mürekkep olsa da kifayet etmezse, bunların tanrılarını saymaya da her suretin bin dili olsa takat getiremez.”