Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.26
Sbld
Sbld
@Sbld
81 okur puanı
Nisan 2019 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Dünya klasiklerini okumak gerçekten insana farklı bakış açıları kazandırıyor. Olayın 18.yy’da geçmesi de benim için ayrı ilgi çekici yanı.Werther ‘in büyük şehirlerin verdiği kaostan kaçıp küçük bir yere yerleşerek huzuru aradığı ancak kaçtığı yerde onu çıkmazlara sürükleyecek bir imkansız aşka tutulmaktan kendini alamayıp sonunda acılarına son verecek yola sürüklendiği hikayesi.. Kitap mektup tarzında yazılmış bu sayede olaya daha gerçekçilik kattığı muhakkak. Rivayete göre de o dönemde bu kitabı okuyan gençler depresif bir ruh haline geçip werther salgını denilen ruh haliyle intihara meylettiği için “werther’in neşeleri” adıyla alternatif bir versiyonu da sunulmuş okuyucuya.
Kitap 3 bölümden oluşuyor(1. Bölüm;Öte yakadan 2. Bölüm; Bu yakadan) son bölümü ise (3. Bölüm;Her iki yakadan okunması zorunlu olmayan bölüm)
Eserde herhangi bir olay örgüsünden söz etmek mümkün değil günlük hayatın sıradanlığını ağdalı bir dille okura yansıtıyor eserin dikkat çeken yanı İç bunaltıcı depresif bir şekilde entelektüel sorgulamalar ,içsel geri dönüşler, felsefi ve edebi sorgulamalar içermesi..
Gerçekten okunması ve anlaşılması zor bir kitap. Kitabı iki kez yarım bıraktıktan sonra tekrar olanca irade ve kararlılık sonunda üçüncü denememde bitirebildim. Kitabı okumanız size farklı bir deneyim yaşatabilir çünkü bambaşka bir yöntemle sıçrayarak okuma tekniği kullanıyor adından anlaşılacağı gibi tam bir seksek oyunu ancak kitabı bitirdiğinizde ben şimdi ne okudum diyebilirsiniz.Açıkçası belli başlı aforizmalar kullanarak farklı olma çabası içeren bir kitap gibi geldi bana o bakımdan okumanızın size bi artısı olur mu bilmiyorum ama zamanınızı alıp götüreceği kaçınılmaz bir gerçek!..
“Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”
Jack London’un kendi hayatından parçalar taşıyan bir eser olan Martin Eden romanı, eserle aynı adı taşıyan mücadeleci, kendi öz yeterliliklerinin farkında olan otodidakt bir adamın hikayesini konu alıyor.
Martin dönemin toplumsal algısıyla alt sınıf olan işçi sınıfına mensup hayatını denizcilikle idame ettirmeye çalışan ve eğitimi olmayan ancak zihin olarak parlak bir gençtir. Martin’in asıl hikayesi ise burjuva sınıfından Ruth adlı bir kıza aşık olmasıyla başlar. Martin ilk başlarda kendini bu kıza kabul ettirmek için çaba gösterip felsefeden,sanata,şiire çeşitli kitaplar okuyarak içindeki cevheri keşfeder ve kendisi artık yazmaya başlar. Yazdıklarını çeşitli dergilere göndermesine rağmen bir türlü istediğini alamayan Martin zamanla burjuvazinin ikiyüzlü yargılarını aslında fikirlerden çok statükoya verilen değeri görmeye başlar ve erişilemez sandığı bu elit tabakanın aslında bu kadar eğitime rağmen nasılda içi boş bir yapıya sahip olduğunu görür. Yeteneği ve zekası sayesinde sonunda başarılı olan Martin amacına uzun uğraşlar sonucunda ulaşmıştır ancak hayat artık ona eskisi kadar anlamlı gelmemektedir. Yaşama sevincini, inancını ruhunu kaybeden hasta bir Martin için artık bu hayatta yapacak bir şey kalmamıştır..
Okur Takip Önerileri
“Dünya bir sahne, biz de oyuncularız.”
Tehlikeli Oyunlar, ironik bir kitap.
Kitabın ana karakteri Hikmet Benol. Albay Hüsamettin Tambay, Sevgi ve Bilge’dir.
Romanda anlatılanlar bilinç akışı tekniğiyle Hikmet’in aklından geçenlerden oluşuyor.Bu da anlatılan olayların hayal mi yoksa gerçek mi olduğunun anlaşılması konusunda ikilemlere sebep oluyor.
Kitap en basit şekilde arada kalmış bir insanı anlatıyor. iki kadın arasında kalmış bir adamı, bütün insanlığa kızan aynı zamanda da hepsini iyileştirmek isteyen bir adamı anlatıyor. Sürekli kendi içinde gitgeller yaşayan bir türlü Ben(ol)amayan Hikmet’in oyunlarla baskıladığı bir nevi savunma mekanizmasının ona düşündüğü bir çare olan sonunda ise bu oyunlara yenik düşen hayatını anlatıyor.
Bir ‘’eğitim sistemi eleştirisi’’ olarak okunması gereken ‘’Ölü Ozanlar Derneği’’
Bir okulun gelenekselleşmiş eğitim sistemini anlatıyor. statükonun, baskının, değişmezliğin temel öğütleri bu okulun mottosunu oluşturuyor:
“Gelenek, Disiplin, Onur, Mükemmellik’’
Hayata bambaşka bir pencereden bakmak için herkesin okuması gereken bu eserde,Kişileri belli bir kalıba sokmanın insanların düşünme ve birey olarak var olma yeteneğini söndüreceğini bu yüzden belli bir kalıp içinde başkalarının yönlendirmeleriyle değil kendi yetenek ve istekleri doğrultusunda hareket etmeleri, mutlu olabilecekleri şekliyle yaşamaları gerektiğini başarılı bir şekilde anlatıyor.aynı zamanda despot,kendi arzuladıklarına çocukları aracılığıyla ulaşmak isteyen mükemmeliyetçi ebeveynlere de ders olabilecek nitelikte...
Öncelikle romanımızın baş kahramanı C.
Edebiyatta nedense kişilerin iç dünyasına yönelik konuların ağırlıklı olarak anlatıldığı eserlerlerde romanın baş kahramanın isminin gizemli tutulması gibi bir gizli trend var tıpkı ‘Açlık’romanında kahramanımızın isminin bilinmemesi gibi yine Zweig’in ‘Satranç’ eserinde ki Dr. B gibi..
Bu eser, maddi olarak her şeye sahip olan ancak manevi doymuşluğu tam anlamıyla yaşayamayan bir adamın hayatına anlam verecek degeri arama çabasını anlatır. Çocukluk travmaları olan bay C bir nevi hayatta ‘tutunamayandır.’ Kendisini hayata baglayacak, Ona yasam enerjisi verecek bir aşk arayışındadır.
İnsanın iç dünyasının karmaşıklığını anlatan ve psikolojik çıkarımların bol olduğu bu eserde Bakalım Bay C aradığı ruh eşini bulabilmiş mi..
Gururunun esiri olan yoksul bir yazarın yazdıkları ile sadece karnını doyurabileceği, biraz para kazanma ve yiyecek bir şeyler bulabilme mücadelesinden bahsedilen bu eserde açlığın insanı sürüklediği fizyolojik ve psikolojik durumlar anlatılıyor. O kadar aç olmasına rağmen bir türlü gururunu alt edebilemeyen yazarımız, açlığını biraz olsun bastırabilecek ve sağlıklı bir zihne kavuşup, makalesini yazabilecek böylece de açlıktan kurtulabilecektir. Tüm hikaye boyunca bunun mücadelesini verir. Kitap boyunca bu açlık çeken yazarımızın adını bir türlü öğrenemeyiz söylenene göre bu kişi Knut Hamsun’un bizzat kendisi olduğudur. Yer yer monologlar şeklinde ilerleyen kitap bazı bölümlerde kendini tekrar ederek bunaltsa da okunulması gereken kitaplar arasındadır .
Zeytindağı, tarihi bir sürece, I.dünya savaşında Suriye Filistin ve Kanal cephelerinde yaşananlara ışık tutuyor.O zamanlar Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na girmesi üzerine Filistin’deki Dördüncü Ordu Komutanlığı ve Suriye askeri valiliği görevlerini üstlenen Cemal Paşa'nın,emir subayı olarak görev yapan Falih Rıfkı Atay bu eserinde;Filistin
Dostoyevski’nin, en son ve en nitelikli yapıtlarımdan biri olan Karamazov Kardeşler Yazarın kendi yaşamıyla pek çok paralellik taşıyan bir eser olması sebebiyle insanlara bu kadar geçmiş klasik bir eser haline gelmiştir. Eser, hem bir aile dramı, hem bir cinayet romanı olarak nitelendirilebilir. 19.yüzyıl Rusya’sında geçen bu eser Bir romandan
Güzelliğin on para etmez!..
Oscar Wild’den okuduğum ilk eser. Yazar kitabı ’Bir ruhun hikayesi’ diye tanımlamış ki kesinlikle doğru bir tanım. Çünkü eserde ana karakter Dorian Gray’in ruhunun nasıl değiştiğini görüyoruz ve bu değişim gerçekten de tüyler ürpertici. Okuduğunuzda pişman olmayacağınız ve dersler çıkaracağınız bir roman.. Kitabı klasik yapan ise fantastik bir
Kitap genel olarak insan iradesinin zayıflığı,bunun sebepleri ve çözüm önerileri sunan kişisel gelişim tarzı bir eser. Kitabı merakla alıp okumaya başlamama neden olan ise Cemil Meriç’in kitap hakkında ki şu sözü oldu. “Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim” bu söz üzerine heyecanla başladığım kitap benim için biraz hayal kırıklığı oldu beklentimi o kadar yüksek tutmuştum ki kitaptaki mevzular bilindik öğretiler ve çözüm önerileri gibi geldi. İçerikte bahsedilen konular gerçekten çok değerli bilgiler ancak daha çok lise çağlarındaki öğrencilere yönelik nasihatlar gibi geldi.
Kitap içeriğinde eleştireceğim bir nokta ise tarihin gerçek kahramanları olarak tarih yapanları yok sayıp sadece felsefe,sanat,edebiyat ve bilim adamlarını sayması ki bu konuda yanıldığını düşünüyorum
Kitapta en beğendiğim tavsiyelerden biri ise; öğreticilerin, öğrencilere ezberci eğitimi dayatmadan onlara fırsat verip kendi öğrenmelerine olanak tanıması ile onları zor zamanlarda ayağa kaldırabilecek motivasyon artırıcı kitaplar, onlara ilham veren büyük düşünürlerin etkisini anlatan eserler okumasını tavsiye etmesidir..
Sonuç olarak her kitap gibi bu eserde çok değerli üniversite öncesi okunması durumunda belki hayata bakış açınız üzerinde daha fazla etkisi olabilir..
Gogol’ ün ünlü “Palto” adlı bu eseri Uğur Büke çevirisi ile iki hikayenin anlatıldığı bir kitap olarak basılmış.ilk hikayemiz olan Palto adlı eser dönemin Rusya’sında halkın çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı eşitsizlik ve acılar bu hikayenin başkahramanı Akakiy Akakiyeviç’in hayatı üzerinden yalın bir gerçekçilikle anlatılıyor.
Gogol, dönem Rusya’sında yaşanılan üst sınıf baskısının aşağı tabakada ki insanların üzerinde bıraktığı etkiyi anlattığı bu hikayede, kahramanımız Akakiy Akakiyeviç’in onca zorlukla aldığı yeni paltosunun çalınması üzerine bir bakandan yardım istemesi ve bunun üzerine işittiği azar, Akakiyeviç üzerinde çok büyük bir etki yapacaktır. Akakiyeviç’in hastalanıp ölmesine kadar giden bu hikaye de , Akakiy Akakiyeviç’in ölümünden sonra hayalet olarak kasabada görüldüğüne ve geceleri insanların paltolarını aldığına dair çıkan söylentiler en son olarak bakanın paltosunun çalınmasıyla sona erecektir
İkinci hikaye ise “Burun” adlı kısa öyküdür. Bu öyküde, yüksek rütbeli bir burunun, ait olduğu kişiye tepeden bakması ve 3. dereceden bir memurun yüksek egoları sonucunda burnunun kendisini terk edip bağımsızlığını ilan ettiğinden bahsedilir. Aslında bunu yaparken Gogol hepimizin burnunun bir gün canı sıkılınca birazcık hava almak,kendine olan başına buyrukluğunu gösterip alıp başını gideceğini hissettiriyor içten içe..
“İnsan aslen bir değil ikidir.”
jekyll, çevresinde herkesçe sevilen, sayılan, başarılı bir doktordur.Dr.Jekyll her insanın içinde bir iyi ve bir de kötü tarafın bulunduğunu, dolayısıyla insanın bu iki tarafın birleşiminden oluştuğunu düşünmektedir. Bu sebepten Jekyll,bu yönleri ayırmak için yaptığı deneyler sonucu çok geçmeden, işte bu iki kişiyi birbirinden ayıracak karışımı bulmayı başarır ve karşımı kendi üzerinde dener.
İlacın etkisiyle korkunç acıların ardından müthiş bir değişim geçirir. Artık bambaşka biridir. Bu yeni kişi daha genç, enerjik, ufak tefek, zalim bir adamdır. Ufak tefek olmasının nedenini de bu ana kadar kendinin kötü tarafını kullanmadığı ve bastırdığı için yeterince gelişemediğini söyleyerek açıklar. Jeykll, ona Edward Hyde adını verir. Roman bu noktadan sonra, Dr. Henry Jekyll’ın, kendiyle yaptığı mücadele ile geçer. Doktor, zihninin karanlık derinliklerine attığı tüm kötülükleri büyük bir zevkle hayata geçiren adama, Hyde’a dönüşmesini sağlayacak karışımdan uzak durmaya çabalar. Ancak bu,pek mümkün olmayacaktır. Çünkü ilaç almaksızın bile artık Bay Hyde,Dr. Jekyll’in peşini bırakmamaktadır..
Dr. Jekyll ile Bay Hyde, okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. Kitapta işlenen konu bir hayli ilginç ve gerilimli bu kitabı, korku,fantastik hikaye ve gerilim sevenlere şiddetle tavsiye ediyorum.
Dr. Jekyll ve Bay Hyde Tuhaf Bir VakaRobert Louis Stevenson · Doğu Batı Yayınları · 201820,2bin okunma
Savaş sanatı, Sun Tzu adlı komutan tarafından M.Ö. 4 yada 5. yüzyılda yazılmış, askeri taktiklerin ve savaş üzerine söylenmiş sözlerin bulunduğu bir eserdir. On üç bölümden oluşmuştur. Bölümlerin her birinde savaşın farklı strateji alanlarından bahseder. Bu bölümlerin her birinden ders niteliğinde anlam çıkarabileceğiniz öğütler bulabilirsiniz. Bu kitaba Sadece savaş ve savaş taktikleri gözü ile bakılmamalı bir komutanın hayat tecrübelerinin aktarılması olarak görülmelidir.
Herkese hitap eden bir kitap olmamakla birlikte daha çok siyasetçilerin, tarihçilerin, strateji uzmanlarının ve bu alanlara ilgi duyanların okuyabileceği tarzda bir kitap. Kitabın ilginç yanı ise, her ne kadar çok eski zamanlarda uygulanan yöntemlerden bahsediyor olsa da değişen stratejiler ve teknolojik yeniliklere rağmen verdiği bilgilerin hala günümüzde de değişen bir şeyin olmadığını, benzer stratejilerin hala işe yaradığını gösteriyor olmasıdır.
Disconnectus Erectus
Bu kitap hakkında o kadar söylenecek şey var ki nasıl başlanır bilmiyorum okuduğum hiçbir kitaba benzetemediğim apayrı bir dünya... Hakkında makaleler tezler yazılan çok konuşulup tartışılan bu kült eser hakkında inceleme yapmak oldukça zor. Öncelikle uzun zamandır okumayı düşünüp bir türlü başlayamadığım bir kitaptı zaten anlaşılması ve
Tarih mi tekerrür ediyor yoksa insanlar mı tekrara düşen ?
Dünyanın varoluşundan bu yana tarih, birçok devletler, savaşlar, keşifler, icatlara sahne olmuştur. İmparatorluklar kurulup yıkılmış, güç dengeleri sürekli değişirken, kıtaların kaderlerini belirleyen olaylar meydana gelmiştir.
insanlık tarihi nasıl başladı ve nasıl şekillendi? İlk medeniyetler neden Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasında ortaya çıktı?
Neden Mezopotamya da atlar evcilleştirilebilirken Afrika’da zebralar evcilleştirilemedi?
Aynı dönemde yaşamaları ve benzer yeteneklere sahip olmalarına rağmen neden bazı toplumlar zenginleşip gelişirken diğerleri fakir kaldı?
Tüfek, Mikrop ve Çelik, dünya tarihinin en merak edilen önemli sorularını soran ve bilimsel kanıtlarla yanıtlayan bir eser.
Eserde devletlerin nasıl kurulduğu, mikropların ve onlara bağlı hastalıkların nasıl oluştuğu, tarımın ve hayvancılığın hayatımızdaki önemi, yazının neden icat edildiği, insanoğlunun teknolojiyi nasıl ve neden geliştirdiğine dair görüşler inceleniyor. kıtalardaki farklı toplumların farklı gelişmelerini bilimsel bir şekilde açıklayarak toplumsal farklılıkları coğrafi koşullara bağlayarak açıklayan olayı coğrafya,biyoloji,filoloji,tarih gibi bilimlerden faydalanarak açıklayan olağanüstü Ufuk açıcı bir eser..
İnancı zayıf olan bir adamın hayatın anlamını sorgulayarak inanca ulaşması, Tolstoy’un kendi ruh dünyasını anlatan, anlatırken de hayatı ve inançları sorguladığı ve sonucunda inancın kaçınılmaz ve insanı hayata bağlayan yegane duygu olduğunu anlattığı bilişsel bir yolculuk..
Kitapta en beğendiğim kısaca hayatın bir portresi olarak algıladım bir Doğu masalı olarak anlattığı bölümü ise şöyle;
“Bozkırlarda şaşırtılarak öfkeli,yabani canavar tarafından esir alınan bir gezginin hikayesini anlatan eski Doğu masalı vardır. Gezgin canavardan kurtulmak için kuyuya atlar, fakat kuyunun dibinde onu yalayıp yutmak için ağzını açmış bekleyen bir ejderha görür. Mutsuz adam canavardan kurtulmak için kuyuyu tırmanmaya cesaret edemez ama ejderha tarafından yenilmekten de korktuğu için kuyunun dibine de atlayamaz. O yüzden duvarın çatlaklarında büyüyen yabani otlara tutunur ve öylece bekler. Kolları yorulur, eninde sonunda iki ölümden birinin tutsağı olacağını hisseder. Yine de tutunmaya devam eder, bu esnada kafasını kaldırır. Tutunmakta olduğu yabani otları iki ucundan kemiren biri siyah diğeri beyaz iki fare görür. Sonunda otlar gevşeyecek, kopacak ve gezgin, ejderhanın ağzına düşecektir. Gezgin bunu görür. Artık öleceğinden emindir. Etrafına bakınırken hala tutunduğu yabani otların yapraklarının üzerinde bal izleri görür,dilini uzatır ve balı yalar.
Ve sonrasında der ki Tolstoy ; ‘Ben de, ölüm ejderhasının beni beklediğini eninde sonunda beni parçalara ayırıp yutacağını bilerek hayatın dallarına tutunuyordum. Beni bir zamanlar avutan balı yalamaya çalışıyordum’...”
Sol Ayağım, yazarının kendi hayatını anlattığı, anı ve biyografi özellikli bir romandır. Doğuştan beyin felçli doğduğu için sadece sol ayağını kullanabilen Christy Brown'un gerçek yaşam öyküsünü anlattığı kitabıdır.
Christy Brown beyin felci geçirerek doğmuş, dünyaya geldiğinde Sadece sol ayak parmaklarını kımıldatabilen özürlü ve engelli bir çocuktur. Hayatını devam ettirebilmek için okumayı öğrenmek, birtakım şeyleri kendi kendine yapabilmek için bazı zorlukları aşmak zorundadır. Eser beyin felçli olarak dünyaya gelen yazarın yaşadığı zorlukları ve iradesi ile üstesinden gelebildiği güçlükleri konu edinmektedir. Bu özellikleri ile Hayata olan bağlılığımız ve kendimize olan inancımızla imkânsız gözüken pek çok şeyi başarmamızın kendi elimizde olacağı ilhamını veren tarzda bir eser..
Yine Zweig yine harika ruhsal çözümlemeler
Kitaba adını veren çocukların gözünden hayata bakışı anlatan hikaye olan mürebbiye ile başlayıp kısacık dört öyküden oluşan kitapta farklı hayatlara götürüp insanı bambaşka ruh haline olağanüstü bakış açılarıyla farklı duygulara sürüklüyor Zweig. Keyifle ve çabucak okunacak cinsten..
Ömrünün son demlerini yaşayan kahramanımız Yedigey’in birlikte bir ömür geçirdiği arkadaşı Kazangap’ın vefatı üzerine son görevini layıkıyla yerine getirmek onu istediği yere gömmek amacıyla bir yolculuğa çıkmasıyla başlayan öyküde bu yolculuk sürecinde hayatını gözünün önünden geçiren Yedigey geçmişe doğru da bir yolculuğa çıkar zamanın küçük bir kısmında varız ve seçimlerimizle bu kısacık zamanımızı anlamlı bir şekilde yaşamalıyız temasıyla vefanın,geleneklere bağlılığın yozlaşmanın, fedakarlığın üzerine düşündürecek bir kitap (Nayman ana efsanesi ise bir o kadar dramatik,etkileyici bir bölümdür.)
Back to Black...
Roman klasik Türk aşk romanı tadında birbirini hiç tanımadan evlenen çiftin kişiliklerinin çok farklı kutuplarda olması ve geçinme zorluklarından dolayı birbirlerinden uzaklaşmalarını anlatır. Parayla saadet olmadığı gibi parasız da mutluluk olmuyormuş mantığı.. hikayeyi farklı kılan kişilerin ruhunun derinliklerine inerek gerçekçi bir gözle aslında insanın ruhunun karanlıklarının, kişilerin zorluğa düşmesiyle ortaya çıktığını göstermesi..Sabahattin Ali burda birazda psikanalitik kuramdan giderek “insan doğuştan kötüdür. “ mantığıyla şartların insanın içinde ki kötüyü nasıl ortaya çıkarabileceğini göstermiştir.
Ahhh Oblomovka ahh
Oblomovun tembellliği umursamaz halleri boşvermişliğinin sinir bozuculuğunu yaşarken birden kitaptan etkilenip oblomovluk hastalığına yakalandım sanırım kitabı bitirmem iki ay sürdü ama harika bir kurgu muhteşem bir dinginlik okuyunuz geç kalmadan ;)
BU ÇAĞIN FİYAKALI KAYBEDENLERiYİZ...
Hızlı enerjik kafa dağıtıcı tiyatral bir kitap hikaye eğlendiriyor evet bunun yanında olağanüstü aforizmalar ,hızlı olay örgüsüyle başımızı döndürüyor ve bir taraftan da olayların arasına serpiştirilmiş enteresan bilgilerde vermiyor değil sonuç itibariyle muhakkak okunmalı
İlk kez bir Murat Menteş kitabı okuyorum “Korkma Ben Varım” herkesin hikayesini kendi içinde anlatıp olayları birbirine bağlayarak ilerleyen müthiş heyecan verici merak uyandıran harika bir polisiye. Olayların ele alınış biçiminin farklılığının yanısıra kullanılan eski kelimeler olsun tarih tıp sinema vs alanlarında bilgilendirici anekdotları ve bunu yaparken eğlenceli bir anlayışla okura sunuşuyla beğenerek okuduğum bir kitap oldu. Ayrıca kitaptaki kısa, çizgi roman tarzında ki mini Huduni’nin hikayesi de çok sevimliydi :)
Yazarın diğer kitaplarını da muhakkak okuyacağım dedirtti. Kitaptan öğrendiğim bir şey varsa şu hayatta her şey insanın başına gelebiliyor ama bazılarının başına olmadık şeyler(!)..
İlber Ortaylı’nın müthiş bilgi birikimi ve tecrübesiyle bizlere sunduğu müzikten edebiyata sanattan şehir hayatına birçok konuda yaşamdan anekdotlar ve tavsiyeler ile yol gösterici olan bir kitap...
Keyifle okuduğum okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir çırpıda biten ancak alınması gereken ve unutulmaması lazım olan birçok öğüt,gözden kaçan ayrıntılar açısından Tekrar tekrar okunması gereken bir söyleşi..
Sürekli elime alıp yarım bıraktığım ve artık ne olursa olsun bitireceğim diyerek sonunda bitirdiğim sabır sınayan upppuzuunn bir hikaye... Kitap Nobel ödüllü ve yazarında bahsettiği gibi kendi çocukluğunu geçirdiği dönemden ilham alarak yazdığı bir roman.
Kitabın ilk sayfası Buendia ailesinin soyağacının bulunduğu bir tablo ile başlıyor bu tablo önemli çünkü birbirinin aynı olan isimler sülale boyunca süregeldiğinden kafamızın belli bir noktada karışmasına sebep oluyor ve ilerleyen sayfalarda şemaya dönüp bakmanızı kaçılmaz kılıyor..
Olaylar Jose Arcadio Buendia ve karısı Ursula’nın yaşadıkları yeri terk edip Mocando kasabasını kurmasıyla başlayıp yine aynı kasabada sona eren hikaye boyunca benzer isimler ve aynı ismin verildiği kişilerin de aynı kişilik özelliklerini sahip olmalarıyla devam eden yer yer inanılması güç olayların karakterin başına gelmesiyle gerçeklikten uzaklaşılan bir anlatım tarzına sahip olan romanın asıl konusu ise akraba ile olan ilişkiler sonucu ailenin başına gelen trajik olaylar sonucu yok olan bir sülalenin hikayesi..
Bunca olayda sürekli hikaye kendini tekrar ediyormuş gibi ama değil...bu sebebten bu hikayeyi kurgulamak bile başlı başına bir Nobel alma sebebi olabilir zannımca..
Jem ve Scout,iki kardeşin küçük bir yerleşim yerinde yaşadıkları olayları Scout’ın gözünden anlattığı çok tatlı ve sıcak bir hikaye. Avukat babaları Atticus’un dönemin siyah-beyaz çatışmaları arasında bir zenciyi savunmasıyla birlikte kendilerine karşı oluşan önyargı ve zorluklarla mücadele etmelerine neden olur. Yaşadıkları tüm zorluklara rağmen çocuklarını en iyi şekilde yetiştiren ve her türlü ırkçılığa karşı duran hümanist bir baba Atticus şüphesiz kitaptaki en sevdiğimiz karakter olacak.
