Çıplakken bir matbaa işçisini bir öğrenciden, bir efendiyi bir uşaktan, bir zorbayı bir aşıktan nasıl ayırdedebilirsiniz? Beni şaşırtan, sadece bu oldu: Ona ne ad vereceğimi bilemedim.
Memuriyetin gittikçe dışına düştüğünü, hiçleştiğini görerek boğulmakta. Boğuldukça nemrutlaşmakta. Nemrutlaştıkça yenilik, uygarlık adına ne görürse ortalıkta, topuna birden soğukluk duymakta, hatta kin toplamakta...
Ne ki, bazı çirkinlikler fırsatsızlıktan önlenir. Benim de fırsatım yok şimdi. Ama bazı güzellikler de fırsatsızlıktan çirkinleşir. Onunya şimdi konuşmak istiyorsam, bu belki de son anda tamamlanabilecek bir şeyi tamamlayabilmek içindir.
Hiçbir şeyi tamamlayamadan ölmüş olmamak için.
Battaniyenin altında titriyorum. Bu titreme beni hem ölüme yaklaştırıyor, hem ölümden uzaklaştırıyor. Bir ölüm titremesi belki. Ama titredikçe ölmemiş olduğumu anlıyorum. Hücrelerim henüz yaşadığımı bağırıp duruyor. Acaba ne zaman öleceğim?
Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzdan bir insana, bir insandan diğer bir domuza, yine bir domuzdan tekrar bir insana baktılar. Fakat hangisinin domuz, hangisinin insan olduğunu ayırt etme olanağı artık kalmamıştı.