Yahudilerin yabancıların yönetimi altında alabildiğine ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmış olmaları büyük ölçüde kendi isyankâr, uyumsuz, bozguncu ve entrikacı karakterlerinin bir sonucudur. Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve hatta İslâm hâkimiyeti dönemlerinde hep düşmanla işbirliği yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır. İslâm’ın hoşgörüye dayalı yönetiminde bile eski alışkanlıkla çevirdikleri entrika ve düşmanlıklardan ötürü Hicaz’dan sürülmüşlerdir. Ortaçağ boyunca İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi Batı ülkeleri Yahudi sürgünlerine sahne olmuştur.
"Rızkınızı Allah'ın vermediğine inanan bir düzen içine hapsedilmişseniz, beni işten atarlar korkusuyla her türlü melâneti işlemeye hazır hale gelmişseniz, zaten bütün çirkinlik burada."
Hür bir fikir eğitimi görmileyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır? Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün belki de tam ortasında olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler.
Öncelikle yazarın Deniz Gezmiş'i tamamen dikkat çekmek için kullandığını düşünüyorum. Yarısına kadar Deniz Gezmiş'i geçtim Türkiye dışında tamamen Fransa Amerika'daki olaylar üzerine.
Kitaptan beklentim Deniz Gezmiş'i anlatırken dönem tarihinden,olaylardan bahsetmesiydi. Ama tam tersine çoğunlukla tarafsız, kronolojik sıralamada çok karmaşık olarak ele alınmış dönem tarihinde, ara sıra Deniz Gezmiş'ten bahsedilmiş son bölümlere kadar.
Kitabın son bölümlerinde Deniz Gezmiş'in sorgu tutanağının hepsi verilmişti. Tutanakta araştırmak için birçok nokta not ettim. Kitabın tutanaktaki olaylara daha çok değinmesini isterdim ama en azından yine de merak uyandırıcı.
Ve kitabın sonu tabiki idamlarla bitiyor. Günümüze baktığımızda bu çok üzücü çünkü tecavüzden terörden yargılananlar bile asılmıyorken böylesine bir son 24 yaşında biri için çok üzücü. Ama Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da THKO adı altında silahlı mücadele vermeleri, polis yaralamaları ve İş Bankası soygunu da aklımda soru işareti bıraktı açıkçası -tutuklu kalmaları açısından, idam yönünde değil-
10 Ocak 1972 yılında Askeri Yargıtay 2. Dairesi’nde görülen THKO davası, üç devrimcinin Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamını onaylaması, diğerlerinin de çeşitli mahkûmiyetler almasıyla sonuçlandı.
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı irili ufaklı çeşitli kampanyalar başlamıştı. Sıkıyönetim ilan edilerek ülke fiilen askeri
Deniz Gezmiş, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan açık mektubunda babasına şöyle sesleniyordu:
“Baba, biz Türkiye’nin 2. Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları. Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda...”
Şubat ayında bir ABD askeri kaçırıldı ve serbest bırakıldı. Mart ayında ise Ankara Gölbaşı’ndaki üste görevli 4 ABD askeri kaçırıldı. Bu dönem yayınladıkları bir bildiriyle de Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurulduğunu resmen açıkladılar.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun Sesidir:
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu halkımızın bağımsızlığının silahlı mücadele ile kazanılacağına ve bu yolun tek yol olduğuna inanır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu bütün yurtseverleri bu kutsal mücadele saflarına çağırır ve hainlere karşı giriştiği kavgada son savaşçısına kadar devam edeceğini bildirir.
Amacımız Amerika’yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam bağımsız Türkiye’yi kurmaktır.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ezilen halkımızın öncü gücüdür, halkımızın kurtuluşu dışında hiçbir harekete girişmez.
Halkımıza şunu duyuruyoruz. Düşmanın zenginliğine, sayısına, imkânlarına ve dehşetine aldanmayınız. Düşmana boyun eğmeyiniz, haklarımızı zorla alacağız, çünkü onlar her şeyi bizden zorla alıyorlar.
1969’da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmesini protesto için giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, haziran ayı sonunda Filistin’e gitti. Eylül’e kadar
ABD finansmanı ile ABD sanayi ve teknolojisinin gerektirdiği işgücünü yetiştirmek için kurulmuş olan ODTÜ, özellikle İstanbul’daki anti-emperyalist eylemler ve üniversite reformu talebiyle gerçekleşen işgal ve boykotlar sırasında sessiz kalmıştı. Üniversite reformu eylemleri sürecinde reform taslağının birçok somut isteğine sahip olan ayrıcalıklı ODTÜ öğrencileri bu sürecin dışında kalmışlardı. Ancak bu ODTÜ öğrencilerinin de diğer üniversitelerde yaşanmayan “mütevelli heyeti” ve Amerikan eğitim sistemi gibi sorunları bulunmaktaydı. İşte bu sorunlardan yola çıkarak hiç beklenmeyen bir anda ODTÜ de genel devrimci gençlik hareketinin girdabına girdi.
ODTÜ öğrencileri, 10 Ekim 1968’de sosyal demokratların elinde olan Öğrenci Birliği’ne rağmen örgütledikleri forumda boykot kararı alırlar. Boykot, ODTÜ’ye özgü iki temel taleple başlatılmıştır: ABD eğitim sistemine son, öğrenciler yönetime katılsın! Hızla tüm ODTÜ’ye yayılan boykotla birlikte ABD’nin kültür kalesi çatlamaya başlamıştı. ABD’nin hamiliğini yürüttüğü kapitalist kültürünün gençlik içerisinde sorunsuzca yayılacağı düşünülen üniversite, devrimci gençlerin darbeleri ile yıkılmış oldu. Boykotun en büyük başarısıysa buydu.