Kendi şiirimin konstrüksiyonuna gelince, ben, evvelâ “şekil” diye bir şey tanımıyorum. Bu “şekil”i yalnız haricî şekil addetmemeli. Şiiri mümkün olduğu kadar bağlardan ayrılmış olan ve mücerred’e yaklaşan bir şey telâkki ediyorum. Bundan başka, en güzeli bile olsa şiir hiçbir zaman bir resim, bir tablo olmamak lâzım gelir. Sırf tasvirî olan şiirler bizi bir madde ağırlığına, bir cansızlık ve ruhsuzluk içine gömer. Ruhun nasıl rengi ve şekli yoksa şiirin de yoktur, çünkü şiir maddenin değil, ruhun ifadesidir.
sen o büyük hüzün, hiç bastırmadığımız,
sen o orman, içinden hiç çıkamadığımız,
sen o şarkı, her suskunluğumuzcia mırıldandığımız, sen o karanlık ağ,
saklanan kaçak duygularımızın takılıp kaldığı.
Kuru, döllenmemiş bir bilgelik seviyesi (Buda doğruları tarafından döllenmemiş), bir başka adıyla dünyevi bilgelik, üç Taşıtta da varolan on basamağın ilkidir.
Dünyevi standartlarımızla bir Buda nadir rastlanan bir figürdür. Bir çok Budistin inanışına göre yaklaşık iki bin beş yüz yıldır dünya hiçbir Buda görmemiştir. Her nasılsa aynı zamanda sonsuz sayıdaki dün ya sistemlerine ve yüzyılların sonsuzluğuna inanırlar. Bundan dolayı çok uzun zamanda sadece tek bir Buda meydana çıksa bile sayıları yine de toz kümesinin parçacıkları kadar sayısızdır.