Bir çevirmenin değil de yazarın kendi kaleminden çıktığı gibi okunsa (orijinal diliyle), belki güzel gelebilirdi lakin kitap bana hitap etmedi. Bitirmek için çok uğraştım fakat yarısına zor geldim. Bir yerden sonra ne okuyorum ben diye sorguladım kendimi. Kitaba puanım, 3/10.
Hifa Hatun...
Güzelliği ve zenginliği dilerle destan olmuş bir ay parçası... Peşine düşmeyen krallar, vezirler ve sultanlar kalmamış...
Kimi ayaklarına halılar sermiş... Kimi cevherler ve paralar dökmüş... Kimi köyler ve kasabalar bağışlamış... Kimisi de sarayının anahtarını yollamış... Hifa Hatun'un gönlü ise ebedi sevdayla, ilahî aşkla
Eline bir kitap alan insan, onun bir yazar tarafından belli bir amaç çerçevesinde yazıldığını bilir. Bu kitabın tesadüfen ortaya çıktığı aklının ucundan geçmez. Aynı şekilde, bir heykele bakan insan, onun bir sanatçı tarafından yapıldığından hiçbir şüphe duymaz. Bırakın sayısız sanat eserinin kendi kendine oluştuğunu düşünmek, üst üste duran iki-üç tuğlayı bile mutlaka planlı bir hareketle o şekle getiren biri olduğunu kimse inkâr etmez. Dolayısıyla küçük ya da büyük, düzen olan her yerde, mutlaka bu düzenin bir kurucusunun ve koruyucusunun olması gerekir. Bir gün birisi çıkıp, ham demir ve kömürün tesadüfen çeliği, çeliğin tesadüfen Boğaz Köprüsü'nü oluşturduğunu iddia etse, bu kişinin ve ona inananların akıllarından şüphe edilmez mi?
Kitabın birincisi gibi ikincisi de harikulade. Birçok şey üzerine yazılmış bölümler mevcut; tutku, güven, saygı, şükür... Bu, filli kitapların ikisini de okuyan biri gerçek anlamda hayatında çok şeyi değiştirmiş olur, yaşamın farkına varır. Velhasıl kelam insana çok şey katacak bir kitap, ikisinin de okunması ve okutturulması şiddetle tavsiye edilir.
Haziran 1503,
Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika'ya uğrar. Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur ve gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tamirat bitmez. Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalamaya başlamıştır...
Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser. Çaresiz durumdaki Kolomb, o dönemlerde gemilerde bulunan ve yıldız pozisyonlarını da içeren takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir. Aklına parlak bir fikir gelir ve hemen yerlilerin şefine gider...
Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı'nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay'ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay'ın rengi tutulma- dan dolayı kızıla döner. Kolomb'un oğlu, o anı günlüğüne şöyle yazmış:
"İnleme ve feryatlarla birlikte, her yerden gemilere doğru geldiler. yiyecek ve içecekler getirdiler, Tanrı'ya onları affetmesini söylemesi için amirale yalvardılar."
Kolomb kum saatine bakar, kırk sekiz dakika süren tutulma bitmek üzeredir. Onlara Tanrı'nın kendilerini affettiğini ve Ay birazdan normal rengine çevireceğini söyler...
Tutulma biter, Tanrı tarafından affedilen yerliler de evrenin işleyişini bilen Kolomb da...
"Cehalet her zaman köleliği getirir" diye yazar seyir defterine...
Kanadı derviş tarafından kırılan kuşa, Hz. Süleyman sorar, "Neden kaçmadın?"
Kus: "Dervişlik hırkası giymişti, zarar vermez diye kaçmadım" der.
Süleyman Peygamber, kısas ile dervişin kolunun kırılmasına karar verir.
Kuş itiraz eder:
"Kolunu kırmayın,
Hırkasını çıkartın!
Onunla kandırıyor."