Abdülmecit döneminde ( 1854-1861), 16,5 milyon lira olan borçlara Aziz döneminde (1861-1874), 214,5 milyon daha eklenmişti. Avrupa'da yüzde 3-5 arasında donmuş olan faizlerin, Doğu'da yüzde 12-20'ye kadar çıkması bu çevrelerin Doğu'ya yönelmesine sebep oluyordu. Kağıt üzerinde 231 milyon lira olan borcundan Osmanlı Devleti 'nin eline sadece 130, hatta bazı komisyonlar ve masraflar da düşünce 120 milyon lira geçmişti. Bu ölçüsüz işlemler sonucunda BabıaIi değil anaparayı, faizleri bile ödeyemez duruma gelmişti. Osmanlı maliye yöneticileri artık "Cenab-ı Hakkın gaip hazinesinden" medet umar haldeydiler. Bu yüzden İngiltere Dışişleri Bakanı Osmanlı'ya borç vermeyi delik bir fıçıya su doldurmaya benzetmişti.
Hüseyin’in büyük oğlu Ali Ekber yetişkinlik çağına yeni gelmişti, güçlü bir delikanlıydı ve o da susuzluktan ölmektense, savaşarak öleyim bari diyerek kamptan çıktı. Ona saldıranlardan biri olayı, “Yüzü ay gibi parlayan bir delikanlı üzerimize geldi, ” diye anlattı. “Ayaklarındaki sandaletlerden birinin bir bağı kopmuştu, ama sağ mıydı, sol muydu
Hz. Ali için hurma ağaçları altında işlenen cinayetler korkunç bir şeydi, kabul edilecek gibi değildi. Vahab’a bir mesaj gönderdi ve katilleri teslim etmesini, istedi. “Kuran’ın söylediği gibi, ‘Bu büyük suç ve günahtır, ’” diye yazdı. “Allah aşkına! Bir tavuğu bile bu şekilde öldürseniz Allah’a karşı günah işlemiş olursunuz. Allah’ın bir insanın öldürülmesini yasakladığını bilerek bunu yapmak ne anlama gelir?” Vahab ona şöyle cevap verdi: “Hepimiz onların katiliyiz. Ve hepimiz diyoruz ki: Senin kanın şimdi helaldir, Ali - bunun için bize izin verildi. ”
Şimdi muhtemelen Abdülhamid'in servetini bilmediğiniz için devletten direkt maaşından dolayı bu rakamlara ulaştığını sanıyorsunuz. Şehzadelik yıllarından itibaren gerek ticaret gerek borsa yoluyla diğer hanedan üyelerine oranla bir hayli servet edinmişti zaten.