“Kitapların yüreği vardır,” dedi kedi birden. Kedinin yıldızların aydınlığı vuran göz bebekleri güzelce parıldıyordu.
“Kitaplar oldukları yerde kaldığı sürece, yalnızca kağıt tomarlarından öteye geçmez. Muazzam güç harcanan şaheserler bile, kapakları açılmadığı sürece kağıt parçalarından ibarettir. Fakat insanların duygularını döktükleri, değer verdikleri kitaplar yürek barındırır.”
“Yürek?”
“Evet, yürek,” diye yanıtladı kedi, kararlı bir ses tonuyla.
“Şimdilerde insanların kitaplarla temas şansı azaldı. Duygularını kitaplara dökerek okuyabilen insanlara nadiren rastlanıyor. Bunun sonucunda kitaplar da günden güne yüreklerini yitiriyorlar.”
Dedesinin ne yapmaya çalıştığını soran Rintaro’ya, yaşlı adam nazikçe gülümseyerek yanıt vermişti:
“Çok önemli bir şey değildi. Yalnızca normal olması gerekeni anlatmaya çalıştı: Yalan söylemeyin. Güçsüzü ezmeyin. Sıkıntıda olanlara yardım edin…”
Rintaro refleks olarak başını yana eğmişti. Yaşlı adam yüzünde buruk bir gülümsemeyle, “ Şu anki dünyada normal olması gereken birçok şey tepetaklak olmuş halde. Ustalıkla yalan söyleniyor, güçsüzler ezilip geçiliyor, zaten sıkıntıda olanlarla uğraşmak için insanlar birbirleriyle yarış ediyor. Tüm bunlara dur diyen hiç kimse yok.”
“Dünya mantık yürütemeyeceğin, aklının almayacağı şeylerle dolu. Böylesine sıkıntıyla kaplı bir dünyada yaşam sürebilmek için en iyi silah, mantık ya da kas gücü değil, mizahtır.”
“Bu dünyanın zincirlerini kırıp sonrakine şekil verirken sanatın bir krallık için yiyecek kadar önemli olduğunu unutma. Sanat olmadan bir krallık hiçtir ve zamanla unutulur gider. “
“Neden insanlarınızdan kimse yok burada?” diye sordu.
“Muhafızların kütüphanede bir faydası olmaz.” Ah, ne de yanılıyordu! Kütüphaneler fikirlerle -tüm silahların belki de en tehlikelisi ve güçlüsüyle- doluydu.
“Acıya katlanmayı öğrenirsen ne olursa olsun ayakta kalabilirsin. Bazı insanlar acılarına sarılmayı öğrenir… acılarını sevmeyi. Bazıları acılarını kederle boğarak ya da unutarak katlanır. Kimi acısını öfkeye dönüştürür.”
"Tüm hayatım boyunca," dedi, "bana 'gel' ya da 'git' dendi. Bana nasıl yaşayacağım, nasıl ölmem gerektiği söylendi. Bir adamın hizmetçisi ve zevkini gidermesi için kısrağı olmalıyım ya da duvarların arasına kendimi kapatıp soğuk, sessiz bir tanrıya bedenimi adamalıyım. Kendi seçtiğim yol olacağını bilsem cehennemin ağzına yürürdüm. Benim adıma karar verilmiş yüz yılı yaşayacağıma yarın ormanda ölmeyi tercih ederdim."
"Neden bana böyle dedin?" diye fısıldadı.
Bannik taburenin üzerine, kızın yanına süzüldü. Sakalı dalgalanan buhardı. "Çünkü gözlerin büyük büyükannene çekmiş. Şimdi beni dinle. Sona gelmeden önce kış ortasında kardelen toplayacak, kendi seçimin doğrultusunda hayata gözlerini yumacak ve bir bülbül için gözyaşı dökeceksin."
Vasya içerideki buhara rağmen buz kesmişti. "Neden ölmeyi seçeyim ki?"
"Ölmek kolay," diye yanıtladı bannik. "Yaşamak ise zordur. Beni unutma Vasilisa Petrovna."