1990'da Kuzey Kutbuna yola çıkmaya hazırlanırken ekipmanlarımızı test etmek için Kanada Arktik Adalarının kuzeydoğusundaki Iqaluit adlı küçük kasabada birkaç hafta geçirdik. Orada Inuitlerin değerli bir adetini öğrendim. Duygularınızı kontrol etmekte güçlük çekecek kadar çok sinirlendiğinizde evden çıkıp sinirleriniz yatışana dek doğada belirli ğir hatta yürümeniz isteniyor. Sonra öfkenizin dindiğini hissettiğiniz noktada sopayla karda bir işaret bırakıyorsunuz. Böylece öfkenizin uzunluğunu ve gücünü hissediyorsunuz.
Paolo Cognetti'nin Sekiz Dağ adlı romanında, "Sence geçmiş bir daha geçebilir mi?" diye sorar baba oğluna. İkisi birlikte İtalya Alplerinde yürüyüş yaparken(...) "Zor" diye cevap verir oğul. "Şurada akan nehri görüyor musun?" diye devam eder baba. "Diyelim ki su geçip giden zaman olsun. Durduğumuz yer şimdiki zamansa sence gelecek neresidir?" Oğlun cevabı, "Gelecek suyun aktığı yöndür, şu aşağısı yani," olur. Romanı okurken bu soruya ben de böyle cevap vermiştim, gelecek zaman akıntının vadiye doğru ilerlediği yöndedir. Baba "Yanlış!" diye kısa bir karşılık verir. Daha sonra aynı günün oğlan uyumaya hazırlanırken babasının ne demek istediğini anlamaya başlar. Durduğun yer şimdiyse, geçmiş önünden geçip öteye giden, bir daha asla göremeyeceğin sudur. Gelecek yukarıdan akan sudur, beraberinde tehlikeler, mutluluklar ve sürprizler getirir. "Kader, iyi ya da kötü, ne getirecek olursa olsun," diye düşünür oğlan, "bize yukarıdan bakan dağlarda yaşıyor."
Bir de dışarıdan hiçbir müdahalenin yapılmadığı ama size zamanla küçülmüş gibi gelen manzaralar vardır. Proust’a Illiers’ye geri geldiğinde, dere dahil her şey küçülmüş görünür. Ama insan çocuklukta nesnel olarak her şeyin, manzaralar kadar insanların (“büyükler”) da daha büyük olduğunu nasıl unutur? Sinema salonundaki mucizenin kahramanların boyu olduğunu düşünmüşümdür hep, beyazperdede öyle büyüklerdir ki çocukluğumuzdaki gibi görmeye başlarız yeniden. Unutmayalım, o zamanlar boyunuzun iki katı olan yetişkinler dünyasındaydık.