Bir de nefesi vermeden önce bekliyorsun. Bırakmayı erteliyorsun. Yaşamında işi bitmiş olduğunu bilsen de ilişkileri bırakmayı erteledin hep değil mi? Son noktaya kadar yapıştın. Aynı nefesin gibi bırakman gerektiğini bildiğin halde beklettin, erteledin. Yaşadığın ayrılıklar hep bu yüzden gecikmişti... Hatta giymediğin kıyafetlerini bile veremiyorsun değil mi? Dur belki lazım olur, belki bir gün giyerim. Sonra hep engeller çıkar karşına. Akmaz yaşamın. Yarına güvenmezsin. Ve tabi bağımlılıklar...
Bir makine görmüştüm hastanede. Yaşayıp yaşamadığınızı gösteren bir makine. Oradaki çizgi artık kıpırdamadığında, dümdüz devam edip gittiğinde hastanın öldüğünü alıyorlardı.
İşte tam öyle hissediyordum. Bizim makinemizden ne bir ses geliyordu ne de en küçük bir kıpırtı vardı.
Öyle dümdüz bir çizgiydi hayatımız.
Eğer hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün...
Eğer günün birinde, gerçekten bir başkasına, "herşey silindi ve artık yalnız sen varsın," diyebildiyseniz ya da bunu gerçekten hissettiyseniz, bunun yalnız ayaklarınızı yerden kesen değil, aynı zamanda ne korkunç bir duygu olduğunu da bilirsiniz.
Okuduğum kitaplarda başkalarının yapamadığı şeyleri yapan kadınlara hayran olurdum ben. Yoksa zaten bir kitabın kahramanı olamazsınız. Ancak o kahramanın hayatını okuyanlardan biri olabilirsiniz.