Öfkelendiğimizde ya da kötü hissettiğimizde kendimizi soyutlanmış ya da hayatın akışından kopmuş gibi hissederiz. Aslında durum gerçekten de böyledir. Kendimizi bulunduğunuz ortamdan ayıran yine biz oluruz!
Sıkıca dokunmuş bir ağ gibi işleyen bu enerji alanı, iç ve dış dünya arasındaki bir tür köprü oluşturur.
Tıpkı ses dalgalarının havada yayılması gibi, bizim açığa çıkardığımız inanç ve düşünce enerjisinin de dünyaya yayılabilmesi için bir ortama ihtiyacı vardır; bu ortam da kuantum alanıdır.
Kalbimiz, tüm inançlarımızı ve hislerimizi elektromanyetik dalgalarla titreşimlere dönüştüren bir araç gibi çalışır.
Ve bu elektromanyetik dalgalar sadece bedenimizle sınırlı değildir; tüm çevremize ulaşır ve etrafımızı saran her şeyle etkileşime girer.
Rezonans Kanunu sayesinde, evrendeki her şeyin titreşimler aracılığıyla birbiriyle etkileşime geçtiğini anlıyoruz. Dünyadaki her şeyin ve her canlının kendine özgü bir titreşimi vardır. Bu vücudumuzdaki bütün organlar ve hücreler için de geçerlidir. Aynı kanun, maddeleri de kapsar. Maddeyi kendi titreşim enerjisi açısından incelediğimizde farklı nesnelerin farklı frekanslarda titreştiğini saptarız. Bazı nesneler aynı veya benzer frekansta da titreşir.
"İnsanlar, eşyalar ve olaylar bizimle aynı frekansta olduklarında, titreşim alanımızdan uzaklaşamazlar."
(...)
O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkandım durdum rüyalar içinde.
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.