Cengiz Han

Akşam yemeği masasına gelip gelmeyeceğini bilmemek bir işkenceydi. Ama katlanılabilir bir işkence. Onun gelip gelmeyeceğini sormaya cüret edememekse gerçek bir azaptı. Bir gece onu aramızda görmek umudunu hemen hemen yitirmişken, yüreğim yerinden oynayarak birden onun sesini duymak yahut sandalyesinde otururken görmek, serpilen zehirli bir çiçek
Reklam
"Dostluk" sözcüğü geldi aklıma. Ama herkes tarafından bilindiği şekliyle dostluk hiç ilgimi çekmeyen, yabancı, ekilmemiş toprak gibi bir şeydi. Oysa benim, onun taksiden inmesinden Roma'da vedalaşmamıza dek hep istediğim şey belki de bütün insanların birbirinden istediği, yaşamı yaşanabilir kılan şeydi. Bunun ilk önce ondan gelmesi gerekirdi. Sonra belki benden. Bir insan diğerine tam anlamıyla vurulmuşsa, diğeri de ister istemez vurulmuş olsa gerektir, diyen bir yasa vardır bir yerde. Amor ch'a null'amato amar perdona. Seven hiç kimseyi sevilmekten dışlamayan aşk; Francesca'nın Inferno'daki sözleri. Bekle ve umutlu ol. Ben umutluydum, fakat istediğim şey hep buydu belki de. Sonsuza dek beklemek. Sabahları yuvarlak masada oturup uyarlamalar üzerinde çalışırken hedeflediğim şey onun arkadaşlığı değildi, herhangi bir şey değildi. Sadece, başımı kaldırıp bakınca orada onu, güneş kremini, hasır şapkayı, kırmızı mayoyu, limonatayı görmekti. Başımı kaldırıp seni görmek, Oliver. Çünkü başımı kaldırıp baktığımda senin artık orada olmayacağın gün çok yakında gelecek.
Benim için, bahçemizdeki o yuvarlak tahta masada, kâğıtlarıma mükemmel gölgelik veren kocaman bir şemsiyeyle, buzlu limonatalarımızın şıngırtısıyla, aşağıdaki dev kayalara hafif hafif çarpan ve çok uzak olmayan dalgaların sesiyle ve arka fonda, bazı komşu evlerden gelen, sürekli yeniden çalan popüler şarkılar karışımının boğuk cızırtısıyla geçen o saatler... bunların hepsinin sonsuza dek damgasını vurduğu o sabahlarda ettiğim tek dua, zaman dursun diyeydi. O yaz hiç bitmesin, Oliver hiç gitmesin, sürekli yeniden çalan müzik sonsuza dek çalsın... Böyle küçücük bir şey için dua ediyordum ve başka hiçbir şey istemeyeceğime yemin ediyorum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ve şimdi, gelişinin üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişken, her gece yapmasını istediğim tek şey, odasından çıkması, fakat ön kapıdan değil, balkonumuza açılan camlı kapıdan çıkmasıydı. Kapısının açıldığını, espadrillerinin balkondaki sesini, sonra da hiçbir zaman kapalı olmayan kapımın sesini duymak istiyordum; kapı itilip açılırken, herkes yattıktan sonra odama gelmesini, örtümün altına girmesini, hiç sormadan beni soymasını ve benim onu, başka bir insanı hayatta hiçbir zaman isteyemeyeceğim kadar çok istememe yol açarak, nazikçe, yavaşça ve bir Yahudi'nin ötekine göstereceği bir sevecenlikle, vücudumun içine girmesini istiyordum; nazikçe ve yumuşak bir şekilde, günlerdir provasını yaptığım sözcükleri dinleyerek: "Lütfen, canımı yakma," ki bunun anlamı, "İstediğin gibi yak canımı"dır aslında.
Geriye dönüp o yaza tekrar baktığımda, "ateş"le ve "baygınlık"la yaşamak için harcadığım tüm çabalara karşın, hayatın yine de muhteşem anlar armağan etmiş olmasına hiç inanamıyorum. İtalya. Yaz. Öğleden sonra ağustosböceklerinin sesi. Odam. Onun odası. Tüm dünyayı dışarıda bırakan balkonumuz. Bahçemizdeki nefesleri merdivenlerden odama getiren yumuşak rüzgâr. Balık tutmaktan hoşlanmayı öğrendiğim yaz. Çünkü o hoşlanıyordu. Koşu yapmaktan hoşlanmayı. Çünkü o hoşlanıyordu. Ahtapottan, Herakleitos'tan, Tristan'dan hoşlanmayı... Bir kuşun öttüğünü duyduğum, bir bitkiyi kokladığım ya da sıcak, güneşli günlerde ayaklarımın altından buğu yükseldiğini hissettiğim ve tüm duygularım daima tetikte olduğundan, tüm bunların kendiliğinden ona doğru koştuğunu gördüğüm yaz. Birçok şeyi yadsıyordum; onun güneşte, kimselerde görmediğim yoğun bir ışıltıyla parlayan dizlerine ve bileklerine dokunmanın özlemini çektiğimi; haftalardır giyildiğinden teninin rengine dönüşen beyaz tenis şortlarının hep çamurla lekelenmiş gibi durmasından hoşlandığımı; her gün daha sarışınlaşan saçlarının, sabahları güneş daha tam doğmadan güneşi yakaladığını; rüzgârlı günlerde havuzun kenarındaki verandada daha da dalgalanan dalgalı mavi gömleğinde, sırf düşünmesi bile beni perişan eden bir ten ve ter kokusunun bulunacağı fikrini. Tüm bunları yadsıyordum. Ve yadsımalarıma kendim de inanıyordum.
Reklam
Reklam
134 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.