“İnsanlar çizmesini yaladıkları şefin, sonradan suratına tükürecek kadar aşağıdırlar. Kurtlar ihtiyar kurtları parçalarlar, ama onlara hakaret etmezler. Oysa insanlar, karşısında küçüldükleri insanı affetmezler.”
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
Okumayı ve spor yapmayı birbirine benzetiyorum. Spor yaparken ve yaptıktan sonra acı çekilir ama gelişim sağlanır. Okumak da öyle. Okudukça açılır kafa sonra gerçekleri görmeye başladıkça yine acı çekmeye başlarsın ama olgunlaşırsın. Yalnız bir sorun var ki spor yapan herkes fiziksel bir değişim yaşayabilse de okuyan herkes de bu değişimi görmek zor. Kitap yüklü eşek deyimi de bunu karşılıyor. İyi akşamlar.
Ama savaşın yıkıntılarının onarıldığı yıllarda, gerçek yıkıntı yüzeyde değildi. Köprüler yeniden yapılır, evler eski temelleri üzerinde daha rahat, daha konforlu ve güzel yapılar halinde yükseltilebilirdi. Ama asıl yıkıntı, ta
içimizde, kalbimiz ve ruhumuzun kötürümleştirilmesindeydi. Asıl onu harekete getirmek, yeniden çalışır hâle koymak, bilinçli ve çok zaman istiyen bir işti. Belki de kalbimizi artık hiç bir zaman eskisi kadar dengeli, mutluluk ve doğruluk yörüngesinde isler bir duruma getiremiyecektik. Yaşamağa katlansak bile, buna katlanabilecek miyiz?
Gerçi dünyadaki bütün işler değersiz, başkaları istiyor diye kendi tutkusunu, kendi gereksinimini dikkate almadan, para, onur ve başka şeyler uğruna kendini yiyip bitiren insan her zaman budalanın biridir.