Sevmek ve sevilmek ihtiyacı dünya varolalı beri süregelmiş ve kıyamete değin süregidecek bir durum. İnsan kimyası, diğer bir deyişle fıtrat, belli ölçüde bunu gerektiriyor. Bunun aşağılanacak, yahut küçük görülecek bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki birine, bir maddeye duyulan sevgi neden ilime, bilime; kültüre ve irfana engel teşkil etsin ki? Şayet bir engelse, bu olsa olsa "sevme"deki beceriksizlikten kaynaklıdır.
Bu düşünce anlayışına karşıyım!!
Herhangi bir konferans, sempozyum yahut arkadaşlar arasındaki grup tartışmalarda İslâm dini olsun, Kur'an-ı Kerim'de geçen âyetler olsun, bir soru sorulduğunda "Biz İlâhiyatçı değiliz, İlâhiyat okuyanlar cevap versin " denilmekte.
Sadece İslâmiyet veya Kur'an-ı Kerim, İlâhiyat okuyanlara, imamhatip
İslâm'da Hristiyanlık ve diğer dinlerde olduğu gibi bir ruhbanlık sınıfı yoktur. Yani dinî anlama, anlatma ve yaşama sırf bir grup din adamının tekelinde ve sorumluluğunda değildir. Bakışlarımıza bu hâkim görüşün yerleşiyor oluşu biz Müslümanlar için büyük bir tehdit olarak ortada duruyor ne yazık ki.. Elbette her Müslüman birer İmam Ebû Hanife, birer İmam Şafii olacak diye bir kaide söz konusu değil, buna gerek de yok ve mümkün de değil zaten. Ama her Müslüman en az dininin gereklerini yerine getirebileceği ölçüde bir din bilgisine sahip olmalı ki yaşantısına da bizzat geçirebilsin aziz İslâm'ı.. Akledenler olmak duâsıyla..