“Mezara baktıkça Youqing daha da ufalıyordu sanki. On üç yaşında birine benzemiyordu, sanki Jiazhen onu daha yeni doğurmuş gibi görünüyordu. Ellerimle kapattım toprağı üzerine, küçük taş parçalarını ayıkladım. Taşlar değerde canını acıtır diye korkuyordum.”
Var-Vardı... derken; -mişli geçmişe doğru gidiyor bu koşar adım hevesle çıktığımız yolculuk?! Bir varmış bir yokmuş masalının neresindeyiz şimdi?
Kim yalancı? Kim sahtekar? Yani kime güvenebilirsin herşeyiyle... gülebiliyor musun eskisi gibi, bekliyor musun yarını aynı hevesle? İstiyor musun bilinmez yollara düşmeyi? Ne acıtır canını mesela, neye ağlayabilirsin artık hıçkıra hıçkıra?
Peki, nereye kadar gidebileceksin böyle yapayalnız söylesene! Böyle aşktan korkup kaçmak, hatta neredeyse hayattan caymak var mıydı? Hani kahramandınız?.. demezler mi bize?
O her gece mektuplar yazdığın adam yanında olsa şimdi, bir şey değişir mi? O beş dakikalık sohbet için bin bir dolap çevirdiğin arkadaşların neredeler şimdi? İşten güçten ya da her neyse bahanen; vaktin yok mu iki satır muhabbete?
- Var
- Vardı
- Yok oldu...
- Aslında yoktu....
- Yani yokmuş!
Bir vardı ya zaman, artık -di’li, hatta tadı, tuzu da geçmiş zamanın, bitmiş! Dolmuş heveslerinin son kullanma tarihi de, eskiden kalma heyecanlarını da saklama artık, bir gün yine güleriz sanma...
Yani bir vardı -ama artık yok Halim de, hevesim de. Kahraman da değilim artık. Eskisi gibi uzun cümleler de kurmuyorum mektuplara konu olabilecek... Hem altında saklandığımız ağacın dallarını da kesmişler zaten. Altında oturanlar apaçık ortada şimdi. Saklandıklarını zannetseler bile, sahte yüzlerini görebiliyorum bel kat yüksekten.
Özlüyorum ama beklemiyorum artık gelmeyecek olanı...
Kabullendim...
O durup durup yinelediğim; içten gülen gözler hayatımda noksanlar...
Bir sonuca varmam gerekiyor ya hani.... Kısaca açıklamam gerekirse;
Tebessüm ederek hatırladığım ne varsa 90’larda kaldılar...