Zamanında kırıntıydın. Koptun, çarptın, karanlıkta süzüldün, uzaya sürtündün. Yandın, tutuştun, közdün, sonunda dipdiri yere düştün. Yekpare bir bilincin kırığı, mecburen eksiksin. Bu yüzden hiçbir çöle en büyük duyguyla bakmadın henüz, hiçbir kahrı çekmedin dibine kadar. Can kulağı dinlesen de birçok sesi işitmedin. Bildiğini bilmekle uğraşan sen ezeli yetim, aynı anda hem yerdeki kayıp hem gökteki har, hatırladığın neyse o kadarcıksın. Dünya dediğin senin sahibin, hatırladıkça daralan, unuttukça boşalan yer. Sen hem dara hem boşluğa dair, şimdi, burada, bir can parçası, sadece cins, sadece yurttaş değilsin.
Ağaç
Bu şiire girmek için
yıllarca bekledi
şu yaşlı ağaç.
Kimse onu anlamadı.
Yanından geçen
birini görünce
usulca kımıldanmasını bile
bir şeylere
yormadı...
Yolun kıyısında duran
yapraksız, tozlu ağaç
işte bir şiire girdin.
Artık yalnızca
bir ağaç
değilsin.
Hey gidi mağrûr Engin, çok mu fazla sevâbın?
Bu gün kabre koysalar, hazır mıdır cevâbın?
Nasıl kalmıyor ise, dalında bâkî yaprak
Senin de âkibetin, dönüşün yine toprak
Günâhın oluk oluk, akarken oldu nehir
Hiç aklına gelmez mi, Azrâil etmez tehir
Ömrün sonu ne zaman, değilsin bunda âgâh
Bir bakmışsın âniden, can çıkıvermiş nâgâh
Şimdi canını versen, hayır amelin var mı?
Yoksa işlediklerin, sana utanç ve ar mı?
Mazlûmların âhını, yüklenme sen sırtına
Hesâbı çetin olur, koparırlar fırtına
|M. Engin KARATAY