John Green bu kitapları yazarken üzerimde/üzerimizde bıraktığı etkinin farkına varsa keşke. Ne zaman bir kitabını bitirsem büyük bir hüzün ile doluyorum. Her seferinde içimde bir yerlerde varlığından bile haberim olmadığı bir tel varmış da tutup onu gerdikçe geriyormuş gibi geliyor. Bu tamamen bir kurgu ve sen onlardan biri değilsin, öyleyse neden bu kadar üzülüyorsun diye soruyorum kendime. Sanırım başarılı bir yazar olmak böyle bir şey.
Yazar hakkında sevdiğim bir başka şey ise öyle karakterler oluşturuyor ki kendine özgü ve onları öyle derin konuşturuyor öyle tartışmalara sokuyor ve öyle hareket ettiriyor ki muazzam ötesi. Hiçbir karakteri yargılayamıyorum, hepsini sadece anlıyorum, yaptıklarını kabulleniyorum çünkü yazar yaklaşımları ile bunu benim için kolaylaştırıyor.
Alaska Young ve sadece üçte birini okuyabildiği Hayat Kütüphanesi... Tam bu noktada bir bağ hissettim karakterle. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Artık aklımdan çıkmayacak bir başka alıntım var: Bu acılar labirentinden nasıl çıkacağım? Uzunca bir süre bu soruyu ve cevabını diğer öğrenciler gibi ben de düşündüm. İnsan nasıl kendi cehenneminden kaçabilir? Bu sorunun cevabı belki Alaska'nın bir köşeye not ettiği gibi 'doğrudan ve hızlıca', belki de Augustus Waters'ın özgüvenle söylediği gibi 'acı hissedilmeyi talep eder' olabilir. Kim bilebilir.