"Ölüm şiddetli bir travmaya yol açmaktadır; önce bir korku uyandırmakta, hayatta kalanların kuşkusuna neden olmaktadır. Dolayısıyla olayın gerçekleştiği toplumun ilk tepkisinin tamamen pasif, muhafazakâr, yani kaçış niteliğinde olmuş olsa gerekir: duruma karşı gelmek bir reddediş hareketidir."
Sayfa 239Kitabı okudu
Eskiden Yakutlar ölülerini yakarlar ya da bir ağacın üzerine koyarlar ya da onları öldükleri kulübede bırakırlardı.
Reklam
Ölüm !
"Uyku sırasında nefes alıp verme yavaşlar ve bu biyolojik olay, dünyada amaçsız bir şekilde dolaşan ruhun bedenden ayrıldığı şeklinde yorumlanır; bu görüş, aslında ruhun amaçsızca dolaştığı sırada gördüklerinden başka bir şey olmayan rüyaların oluşumuyla doğrulanmaktadır. Genellikle, uykudan uyanırken ruh bedene geri döner. Fakat temelli olarak da gidebilir, işte bu, ölümdür."
Kültürlü bir hükümdar olarak Ebülgazi Bahadır Han, kendi atalarına tapınılmasının nedenini şu şekilde açıklamıştır: ''Sevilen bir kişinin, örneğin bir oğulun veya bir kızın, bir ağabeyin veya küçük bir kardeşin ölümü üzerine, o zamanın insanlarının evlerinde sakladıkları bir tür bebek yapma alışkanlığı vardı. 'Bizim falan veya filanın tasviridir,' diyerek bu bebekleri okşamaktan zevk alırlardı, kendi yiyeceklerinden aldıkları ilk lokmaları bu bebeğin önüne koyarlardı; bebeğin yüzünü ve gözlerini itinayla siler ve en sonunda onun önünde eğilirlerdi.''
Sayfa 192 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Aklın ölümü kavradığı andan itibaren ölüm tüm insanî varlığa egemen olmuştur.
M. F. Köprülü, akıtılmaması gereken kanın “hanedanın bir üyesinin” kanı olduğu düşüncesinden hareket ederek, yukarıda dile getirdiğim örneklerin bazılarından söz etmiş ve Selçuklularla ilgili konuları inceledikten sonra, “saltanat süren aileye mensup prenslerin ve prenseslerin infazında kanlarının dökülmemesi gerektiğini saptamıştır.
Sayfa 121Kitabı okudu
Reklam
76 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.