İlginçtir ki ölümden sonra kötü varlıklara dönüşenler yalnızca kurbanlar olurdu. Gerçek kötüler bütün öfkelerini hayattayken tükettikleri için öldükten sonra yola devam edip sonunda toprağa dönüşür ya da reenkarnasyon geçirip bokböceği olurlardı.
Kendare Blake ile Tanrıçaların Savaşı adlı kitabıyla tanıştım, ve o kadar sevdim ki diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. (Türkiyede sadece 3 kitabı var :'(
Kitap gerçekten Supernatural'ın ilk bölümlerine benzer başlıyor, fantastik ögeler var içinde. Hayaletler, büyülü eşyalar, avcılar...
Ana karakterimiz de bir hayalet avcısı. Babası bir hayalet tarafından parçalandıktan sonra bu işi babasından çok küçük yaşta devralıyor. Kasaba kasaba gidip öldürüyor hayaletleri.
Bu seferki durağı namıdeğer Anna'nın kasabası. Onunla ilgili bir gazete parçasından başka bir bilgi yok. 1900lü yıllarda lise balosuna giderken boynunun kesilerek öldürüldüğü biliniyor. Kan bembeyaz kıyafetini öyle kaplamış ki, adeta kan giyinmiş.
Hayaletler öldürüldükleri çevrede dolaşabilirler ve bilinçleri tam olarak yerinde olmayabilir, özellikle saldırdıklarında.
Anna'da ise garip bir şeyler var. Bir eve (kendi evine) tıkılı kalmış ve gayet de bilinçli.
Dışarı çıkıp insan avlamıyor fakat evine giren birisi olduğunda oradan canlı çıkamıyor.
Ana karakterimiz ise onda neyin yanlış olduğunu anlamak için evine girdiğinde (bu ne özgüvendir) öldürülmüyor.
Artık ilk önceliği onu tanımak, ondan sonra öldürmek :D
Bu tür seviyorsanız kesinlikle şans verin.
"Gözlerinizle görebildiğiniz ve asla unutamayacağınız şeyler, karanlıkta saklanan ve sizin hayal gücünüze kalmış şeylerden çok daha kötü olurdu. Hayal gücünün hafızası zayıftır, düşünülenler zamanla bulanıklaşır ve kaybolur fakat gözler hiçbir şeyi unutmaz."