Magrip’te ün kazanan iki kişi ortaya çıkar: İbni Battuta ile İbni Haldun .
Tanca’lı İbni Battuta (1304-1369), Marco Polo’dan bir kuşak daha gençti, Kanton’dan Tombuktu’ya kadar gezdi ve yolculuklarından bize bıraktığı izlenimler, ilgi çekiciliği bakımından, Venedikli meslekdaşının yazdıklarından hiçbir nokta da geri kalır değildir.
İbni Haldun (1332-1406) ise, Tunus’a göçmüş İspanyalı bir Arap aileden geliyordu. Önce, çeşitli Müslüman Batı hükümdarlıklarında sürdürdüğü bir mesleki- yaşamı, XV. yüzyıl başlarında Mısır’da noktaladı.Onun, evrensel tarih içine yerleştirdiği Berberîlerin tarihi, her şeyden haberdar -ve derinliğine- bir gözleme dayanır; başına koyduğu ünlü giriş, Mukaddeme ise, siyasal ve sosyal felsefesini özetler. İbni Haldun’la, ilk kez bir düşünür, insan toplumunun, her türlü ahlaki ve kuralcı düşünce ve kaygıların dışında, bugün bir çağdaş sosyologun yaptığı gibi, bilimsel bir incelemenin konusu olabileceğini, açıklanabilir bir şey olduğunu ileri sürüyordu. Doğrudan doğruya tanıdığı Magrip toplumu, göçebe yaşamla yerleşik yaşam arasındaki ilişkiler üstüne ilginç düşünceler esinletir ona; «asabiye» dediği, istikrarlı bir devletin onsuz anlaşılamıyacağı dayanışma üzerinde durur. Böylesine yeni, yepyeni bir yolda onu izleyebilecek kimse çıkmaz, daha doğrusu böyle bir ortam yoktur; öyle olduğu için de, İbni Haldun unutulur yüzyıllarca. Bugün ise, Ortaçağ düşüncesinin doruk noktalarından biri olarak görüyoruz onu; eseri, örneğin bir Aquino’lu Thomas’ı, birçok bakımlardan, çok gerilerde bırakır kuşkusuz.