Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Şeyh Abdülkadir Geylânînin şeytana galip gelmesi;
Şeyh Abdülkadir Geylânî şöyle demektedir: "Bir keresinde ibâdet ediyordum. Üzerinde nur bulunan büyük bir arş gördüm. Bu nur bana seslendi: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim, başkalarına haram kıldıklarımı sana helâl ettim." Cevap verdim: - Sen, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın öyle mi? Defol buradan ey Allah'ın düşmanı! Bunun üzerine bu nur darmadağın oldu ve kopkoyu bir zulmete dönüştü. Arkasından da şöyle seslendi: - Ey Abdülkadir, benden dinindeki fıkhın (kavrayışın), ilmin ve ulaştığın mertebeler sayesinde kurtuldun. İnan ki, ben aynı şeyle yetmiş kişiyi saptırdım. Abdülkadir Geylânî'ye soruldu: - Onun şeytan olduğunu nasıl bildin? Cevap verdi: - Bana "Başkalarına haram kıldığımı sana helâl ettim" demesinden... Çünkü biliyordum ki, Hz. Muhammed (s.a.v)'in şeriatı nesholunmaz ve değişmez. Bir de onun "Ben senin Rabbinim" deyip de "Ben, zâtımdan başka ilâh olmayan Allah'ım" diyememesinden..."
Süfilerden biri "Bazı gecelerimde "Allahım! beni, bana fayda veren, sana zarar vermeyen şeylerden yoksun bırakma" diye dua ettim, bu duayı tekrarladım ve uyudum. Rüyada sanki şöyle diyen birini gördüm: "Sen de kendine fayda verecek şeyleri yapmaktan kaçınma, sana zarar verecek şeylerden de uzak dur." Peygamberinize ulaşan nesebinizi sağlamlaştırın. Ona sağlamca uyan kimseni nesebi de sağlam demektir. Ona uymadan "Ben Onun ümmetindenim" demenin ise sana bir yararı yoktur. Söz ve eylemlerinizde Ona uyduğunuz zaman ahiret yurdunda onunla birlikte olursunuz. Allah'ın (c.c.) "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neleri yasakladıysa onlardan da sakının" buyruğunu hiç duymadınız mı?
Reklam
Süfilerden biri "Süfyan-ı Sevri'yi ölümünden sonar rüyada gördüm. Dedim ki 'Allah sana nasıl davrandı?'. 'Ayağımın birini sırat köprüsü üzerine, diğerini cennet üzerine koydum' dedi" diye anlatmıştır. Allah'ın selamı onu üzerine olsun. Fakih, zâhid, takvalı bir kimseydi. İlim öğrendi ve ilmiyle amel etti. Amel ederek ilme hakkını verdi, ihlaslı davranarak da amele hakkını verdi. Allah da ona doğrudan rızasını verdi. Peygamber (s.a.v.) de ona kendisine uyması sebebiyle rızasını verdi. Hz. Peygambere uymayan, bir eline dinini, diğer eline de ona indirilen kitabı almayan kimse yürüdüğü yolda Allah'a ulaşamaz. Kendisi helak olur, başkalarını da helak eder, kendisi sapar, başkalarını da saptırır. Kitap ve sünnet Allah'a götüren iki kılavuzdur. Kur'an Allah'a götüren kılavuz, Sünnet ise Peygambere götüren kılavuzdur.
Evet ben kat'iyyen gördüm ki; Kur'anın cemal-i i'cazını görmeklik, kalbin selâmet ve sıhhat derecesine tabidir ve ona göre görünür. Binaenaleyh mariz kalbli kimse, Kur'anın cemalini göremez. Ancak onun marazının ona teşvih edip çirkinleştirdiği bir sureti görebilir. Demek Kur'anın üslûbu ile kalb, ikisi karşılıklı iki ayna tarzında birbirleri içinde in'ikas ediyorlar. Mesnevî-i Nurîye(Bd.)
"DİKKÂTLİ OL!..
-"... Bundan önce çok dikkatli ol; senden bir günah ve isyan sadır olmasın!.. Çünkü Hakk'ın kapısında bulunmadığın takdirde halkı buraya davet edecek olursan bu sadece bir vebâl olur, bu vebalin ağırlığı öylesine zor gelir ki ne kadar dayanmak istersen iste yine de çökersin ve ne kadar rif'at, yücelik ve üstün rütbe elde etmeye çalışırsan çalış hep yitirirsin... Bu hâlde artık sende, Salihlerden yana bir haber bulunmaz! Sen sadece kuru laflar eden bir laklakasın, kalbsiz bir dilsin, batınsız bir zahir, halvetsiz bir celvetsin, savletsiz bir cevletsin... Kılıcın tahta, okun kibrittir! Korkaksın, cesaretin yoktur; en basit ok seni öldürür de kıyametin kopabilir. Dikkat et, aramızda bir düşmanlık yoktur ve seni Allah'ın dininde de yanlış bir yola sevk etmiyorum. Ben, meşâyihin törpüleyici sözleriyle, gurbet ve fakirliğin sert havasıyla terbiye gördüm. Bu bakımdan benden sana, doğru bir söz zâhir olursa sen onun Allah tarafından olduğunu bil ve kemal-i hürmetle al!.. Çünkü beni konuşturan O'dur..."
Tâdifî’nin (ö. 963/1556) Kalâidü’l-cevâhir isimli eserinde Abdülkâdir Geylânî’nin şöyle dediği anlatılır: “Bir yolculuğumda sahrada idim. Günler geçti, su bulamadım, susuzluğum iyice arttı. Derken bir bulut beni gölgeledi. O buluttan üzerime çiğ damlası gibi şeyler indi. Onunla susuzluğumu giderdim. Sonra ufku aydınlatan bir nur ve bir sûret gördüm. Oradan bana şöyle hitap edildi: Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim. Başkalarına haram kıldığım şeyleri sana helâl kıldım. Bunun üzerine: Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm, defol mel’ûn, dedim. Bir de ne göreyim, o nur karanlık, o suret de duman imiş. Sonra bana şöyle hitap etti: Ey Abdülkâdir! İlmin, Rabbinin takdiri ve manevî mertebeler ile hâlleri iyi bildiğin için benden kurtuldun. Oysa böyle bir vâkıa (müşâhede ve görüntü) ile yetmiş tane tarîkat ehlini yoldan çıkarmıştım. Dedim ki: İhsan ve lütuf Rabbime âittir. Abdülkâdir Geylânî’ye: Onun şeytan olduğunu nasıl anladın? diye sorulunca şöyle cevap verdi: Haramları sana helâl ettim, şeklindeki sözünden anladım. Çünkü bilirim ki Allah Teâlâ haram olan şeylerin yapılmasını emretmez.”
Muhammed b. Yahyâ Tâdifî, Kalâidü’l-cevâhir, Kâhire 1356, s. 20-21.
Reklam
Hz. Ali R.A. der ki; - Görmediğim Allah'a kulluk etmem. Bu anlatılanların cümlesi; ilahi sıfatların müşahedesini anlatır. Bir kimse; pencereye düşen güneşin ışığını görse ve: - Güneşi gördüm. Dese, yalan olmaz. Allah-ü Teâla sıfat tecellileri itibarı ile bir misal olarak, anlatacağımız şu Ayet-i Kerimeyi inzâl eyledi: - «O'nun nuruna misal bir penceredir ki; orada aydınlık veren madde bulunur. O aydınlık veren madde bir billur içinde durur. O, mübarek zeytin ağacından hâsıl olan şeyle inci gibi yanar ve parlar gibidir.» (Nur, 35)
Risale-i Nur Külliyatları
ÜÇÜNCÜ KISIM: İrhasattan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın velâdeti hengâmında vücuda gelen harikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun velâdetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş. Hem bi’setten evvel bazı hâdiseler var ki, doğrudan doğruya birer mu’cizesidir. Bunlar çoktur. Nümune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve
Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Altıncı İşaret-Konu: Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat isimli eser, 19. Mektup, 16. İşaret, 3. Kısım; Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik gelmeden önceki mucizelerKitabı okuyor
İbrahim Fakazlı
İbrahim Fakazlı Demir parmaklıklı bir kapı gözüme ilişti. Etraf zifiri karanlık, bir de ne göreyim: Üstad. Hemen demirlerin arasından mübarek ellerine sarıldım ve öpmeye koyuldum: "İbrahim, kardeşim korkma! Hiç merak etme, korkma!" diye teselli ediyordu. Ağlayarak ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Zira kapı tarafından çalışan düdükle
Sayfa 175 - Nesil Yayınları 1.baskı
19 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.