Kalsa mıydı acaba? Kararsızlık içindeydi, yüreğinde bir sıkıntı vardı, kendi başına buyruk olmanın sevinciyle seve seve katlanılan açlığı, susuzluğu, yakıcı güneş altındaki bitmez tükenmez yolları arar gibiydi. Kulaklarında uğuldayan kasırgalar arasında cüruf yanına çıkışıyla, toprak altında, o karanlık dehlizlerde sürünerek geçirdiği saatler arasında yüzyıllar geçmişti sanki. Aynı yere dönmek istemiyordu, insafsız ve zor bir iştir bu, gözleri bağlandıktan sonra ayaklar altına alınıp ezilen bir hayvan yerine konduğunu düşündükçe bütün insanlık onuru ayağa kalkıyordu.
-Ee, kimin öyleyse bütün bunlar? -Kimin mi? dedi… Ne bileyim ben! Birilerinin işte. Bunu derken eliyle gecenin karanlığında belirsiz bir noktayı, bilinmeyen uzak bir yeri, Maheulerin yüz yılı aşan bir süreden beri boğaz tokluğuna keselerini doldurdukları kişilerin yaşadığı yeri gösteriyordu. Canlarına varana dek her şeylerini verdikleri ama yüzünü görmedikleri, karnı tok, sırtı pek bir Tanrı’nın çöreklendiği, insanların giremeyeceği kutsal bir tapınaktan söz ediyormuşçasına bir çeşit dinsel korku belirmişti sesinde.
Reklam
İnsanlar bitiyordu topraktan, gelecek yüzyıldaki hasat için yavaş yavaş filizlenen, öc ateşiyle yanıp tutuşan, pek yakında yeryüzünü allak bulmak edecek kapkara bir ordu halinde, insanlar yeşeriyordu...
Darwin haklı mıydı acaba. Dünya, insanoğlunun yaşaması ve yetkinleşmesi adına, güçlülerin zayıfları yiyip yuttuğu bir savaş alanı mıydı?
Kendisini yaratan ve yargılayan toplum düzenine savaş açmış devrimci düşünür, asker gibi silahlanmış bir işçi olarak, buradan gidiyordu...
“…Mumu söndür,düşüncelerimin rengini görmeye ihtiyacım yok…”
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.