"Belki, diye geçirdi içinden, tüm sanatın, tüm us'un kökeni ölümden duyulan korkudur. Bizler ölümden korkarız, gelip geçiciliğimiz tüylerimizi diken diken eder, boyuna çiçeklerin sararıp solduğunu, yaprakların döküldüğünü görüp hüzünlenir, bizim de ölümlü olduğumuz ve çok geçmeden sararıp solacağımz bilincini yüreğimizde yaşarız. Sanatçıyız da resimler heykeller mi yaratıyoruz, ya da düşünür kişileriz de belli yasaları araştırıyor, düşünceleri belli kalıplara mı dökmek istiyoruz, bunu o büyük ölüm dansından bir şeyler kurtarabilmek, bizden daha uzun süre ayakta kalacak bir şeyler ortaya koyabilmek için yaparız."
Düşüne düşüne yürüyen Siddharta, bir ara yavaşladı ve sordu kendi kendine:
-Peki ama nedir senin öğretilerinden ve öğretmenlerden öğrenmek istediğin ve sana öğretmenlik edenlerin bir türlü sana öğretemediği?. Ve şu yanıtı verdi soruya:
-Hikmetini ve iç yüzünü öğrenmek istediğim şey Ben’di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu Ben’im kadar; bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Siddhartha olduğum bilmecesi kadar, kafamı başka hiç bir şey kurcalamadı. Ve dünyada benim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka bir şey yok.