Boranh Yedigey, o kaçış sırasında ve birdenbire, nereden çıktığını anlamadığı beyaz bir kuşu görür gibi oldu. Bir zamanlar Nayman Ana'nın mankurt olan öz oğlu tarafından okla vurulup devesinden düştüğü zaman, ak yazmasının içinden çıkan kuştu bu... Beyaz kuş, Yedigey'in hemen yanıbaşında uçuyor, kıyamet gününü andıran o alev ve gürlemeler arasında ona bağırıyordu -Sen kimsin? Adın ne? Adını hatırla! Senin baban Dönenbay'dır, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay.. Dönenbay.,. Ve beyaz kuşun sesi, yeniden karanlığa bürünen gökyüzünde uzun zaman yankılandı...
Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar'ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikayesi vardı: Sarı-Özek'i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek
Sayfa 147Kitabı okudu
Reklam
Oğlunun yanına gelen Nayman Ana derin bir ah çekerek: - Gel şuraya otur da biraz konuşalım, dedi. Yere oturdular. - Beni tanıdın mı? Mankurt ‘hayır’ anlamında başını salladı. - Adın ne senin? - Mankurt.
Sayfa 162
İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esrin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna "Deri geçirme işkencesi" derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir MANKURT yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bir devenin boynundan beş-altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece bir kaç gün bırakırlarmış. Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış.
Sayfa 143 - ÖtükenKitabı okudu
6
YAŞAMAYA SOYUNMUŞUM Dağ, taş, fırtına, yağmur, duman... Dert, düşünce, acı, keder… Sizlerden korkmuyorum ben. Kötü, haset, kıskanç, kindar, cahil… Ben sizlerden de korkmuyorum. Yaşamaya soyunmuşum ben. Allah ve vicdanımdan başka, ben hiçbir şeyden korkmuyorum. Kötülük, kan, vahşet ve savaş dolu bu dünyada… Bin türlü tuzağın, bin türlü oyunun, bin türlü komplonun olduğu ve bühtanın yapıldığı bu dünyada… Yaşamaya soyunmuşum ben. Temiz kalarak yaşamak gibi bir sanatı öğrenmişim ben. Kalleşlik kurgulayanlar… Beyninin arkasında düşünceleriyle gezenler… Takiye yaparak yaşayanlar… Mankurt beyinliler… Kötü arkadaşlar… Dost gözüküp kuyu kazanlar… Yüz yüzlüler, bin yüzlüler… Kurnazlar… Ben sizlerden de korkmuyorum. Ben yaşamaya soyunmuşum, size rağmen yaşamaya. Ben savaşmaya soyunmuşum. Öyle sizin gibi şiddet savaşına da değil hani. Ben önce kendimle, sonra kötülükle savaşmaya soyunmuşum. Ben önce nefsimle, sonra kibirimle savaşmaya soyunmuşum. Kirli düşüncelerin sulu çamur gibi dağıldığı, şeytani düşüncelerin virüs gibi yayıldığı, onurun vicdanın parayla alınıp satıldığı, NAMUSUN BACAK ARASINDAN İBARET SANILDIĞI BU GARİP DÜNYADA, YAŞAMAYA SOYUNMUŞUM BEN
Böyle bir hücreye tıkıldığın için önce kızıyorsun, öfkeleniyorsun, isyan ediyorsun, sonra yanlışlığın düzeltilmesini bekliyorsun. Umut evresi epey uzun sürüyor. Daha sonra umut ışığı yavaş yavaş sönmeye başlıyor ve umutlanmaktan korkar hale geliyorsun. En sonunda uyuşuyorsun, belki de bilerek beynini uyuşturuyorsun. Hayatta kalmak dışında bir amacın kalmıyor. Uzun bir süre böyle gidiyor, sonra hayatta kalmanın da bir işe yaramadığını anladığın gün geliyor, ölümü her türlü acının ilacı olarak görmeye başlıyorsun ama kendini öldürmek için bir çare bulamıyorsun. Kendi boğazını sıkamazsın, verdikleri bir maşrapa suda boğulamazsın, bileklerini kesecek bir şey yok, kafanı duvara vura vura parçalayamazsın, olsa olsa yaralanır, bilincini yitirirsin, sonra daha büyük acılar çekmeye mecbur olursun. Böylece o hücrenin bir parçası olup çıktım. Duvardaki Olga yazısı bile soluklaştı, silinmeye başladı. Yenisini yapacak gücü bulamadım kendimde. Dedim ya beynim uyuştu, mankurt oldum.
Reklam
465 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.