XV. yüzyılda Karamanoğulları, Selçuklu egemenliğine son verirken, eski Osmanlıcanın temelleri atılıyordu. Türkçe bu dönemde şiirden başka devlet işlerinde de kullanıldı. Fakat sonra sonra bu dil, arılığını koruyamadı. Arapçanın, Farsçanın saldırısına kapılarını ardına değin açtı. Gerçi Osmanlılar herhangi bir yabancı dili, Selçuklular gibi, devlet dili yapmaya dek vardırmadılar işi. Ama Türkçenin karma bir dil durumuna gelmesine de engel olmaya kalkmadılar. Türkçeye yabancı dillerden yalnızca sözcükler değil, deyimler ve dilbilgisi kuralları da girmeye başladı. Artık din ve bilim dili Arapça, şiirde örnek tutulan dil de Farsçaydı. Türkçenin adı oldu "kaba Türkçe". Türkçenin bilim ve sanat dili olamayacağına inanıldı.
Bildikleri dünyanın çoğunu fetheden Osmanlılar kendi içlerine döndüler, dini tutuculuğun ve yüz yıllarca sürecek bir durgunluğun içine saplandılar... " Müslüman alimlerin bilgi edinmeyi, Kuran'da buyurulmuş gibi yalnızca dini bilgi gibi yorumlamaları, dini bilgiden gayrısını İslam dışı görmeleriyle büyük İslam uygarlığı inişe geçti. Sonuç olarak, Müslümanlar bilim, matematik, tıp ve diğer sözde dünyevi öğretileri çalışmayı bıraktılar. Bunun yerine , İslamın öğretileri ve yorumları üzerine, İslami fıkhı ve İslami uygulamalar üzerine tartışmaya çok zaman harcadılar; bu, Ümmetin bölünmesine ve çok sayıda mezhebin, tarikatın ve ekolün kurulmasına yol açtı."
...Her ne kadar Darwin, ırklar arasında bir hiyerarşiye inansa da genel olarak onun bahsettiği hiyerarşi, anatomik farklılıklara değil, geliştirilebilir kültürel özelliklere dayanmaktadır.
Her ne kadar, bazı bilim insanlarını bilimsel faaliyete yönlendirmek için merak tek başına yeterli olsa da bilime bugün yapılan yatırımın,bilimin ve bilim insanlarının halk nezdinde gördüğü saygının altında bilimin toplumda ve insanlığa faydalı olacağı düşüncesi yatmaktadır.