O, bunu biliyordu. Askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki, “Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım; üç tane nokta… O üç nokta senin içindir, anladın değil mi?“
Siz hiç Ramazan'ı ve aşkı İstanbul' da yaşadınız mı?
Yalnızlığı yaşadınız mı?
''...dünyada hiç kimse orucunu yalnız başına açmak zorunda kalan birisi kadar yalnız değildir...'' (*)
Deneyin.
Yaşamadıysanız, deneyin ve anlayın.
Cesaret edemezseniz; hiç olmazsa düşünün.
İstanbul'dasınız.
İstanbul'un İstanbul gibi bir yerinde
...çok şey bilenlerin ihtiyarî cehaleti, çok şey görenlerin iradî gafleti, agâh olanların bile bile suskunluğu, sanatı, mânâyi ve hareketi sadelik libasının içinde tevâzu mertebesini tutmayı bilenlerin edebi, vâriyetin inkarı...
Biz şimdi geveze bir nesiliz; dünya ahvali karşısında pürtelaşiz, bilgiye, fenni, sanata, îmara ve umrâna susamışiz; her daim şikayet ve feverân halindeyiz; acelemiz var; koşturmadayız. Bizden öncekilerin yüzyıllarca dil ile damek arasında tutup oradan kalbe indirdiği değerler, bizim dilimizde tereddüdün iffetsizleştirdiği "abra kadabra" kelimeleri derekesine düşmüş. Eserlerimizde tüten ter kokusu, sanatımızı fersûdeleştiriyor. İlham kuyuları kupkuru, rüyalarımız kabuslarla bölünüyor. Çenelerimiz kelime değirmeni, zihnimiz cümle curuhlarıyla mülemmâ, dudaklarımız abese mahkum ve gönlümüz küçük rüşvetlerin lezzetiyle şaduman...
Sıradan bir aşk romanının sayfaları arasında unutulmuş kıytırık bir takvim yaprağının bile, onu oracığa iliştiren insandan daha fazla yaşadığını hatırladıkça eşyanın her çeşidine buğz edesim geliyor.
Sürç-i lisan ettiysek affolanın farklı bir versiyonu :)
“İşbu sadelik iddiasını kitapta okuyacağınız bazı cümleler tekzib ederse şaşırmam;makyajını taşımayacak kadar örselenmiş cümleler görürseniz onlara iyi davranmanızı ve hiç değilse bir kere daha okumanızı isterim.”