Şimdi adını unuttuğum, Suriye sınırına çok yakın Ermeni köyünü de unutamam. Antakya'da bir iki gün kaldıktan sonra, birkaç saatte varmıştık oraya. Birlikte yolculuk ettiğim arkadaş; bir Ermeni okulunda uzun süre Türk edebiyatı öğrettiği için, eski öğrencilerini görmeye gidiyorduk. Herkes Türkçe biliyordu ama, köyün halkı da muhtarı da Ermeniydi. Konuştukları Ermenice, İstanbul'da konuşulana pek benzemeyen, kulağa daha hoş gelen, Ermenicenin başka bir türü gibiydi. Sadece meyve üretiliyordu o köyde. Meyve ağaçlarından oluşan bir cennetti orası. İncir rakısına meze ederek yediğim elmaların, armutların, şeftalilerin, kokularını da, tatlarını da hâlâ unutamadım. Bize büyük yakınlık gösterdiler. Muhtar beni evinde konuk etti. Şişman olduğu kadar da sevimli kızıyla aynı odayı paylaştık. Şimdi, nerdeyse kırk yıl sonra, orası ne oldu bilemem. Ama salt Ermeni azınlığından oluşan bir köyü görmek çok ilginç gelmişti bana
Balıkesir'de hiç unutamayacağım bir kadın gördüm: Sinemaya gitmiştik. Filmin başlamasını beklerken, ince uzun genç bir kadın girdi hole. Giysisi, şapkası, eldivenleri, çantası, topuklu ayakkabılarıyla, en iyi anlamda, yani gösterişe hiç kaçmayan bir biçimde, tepeden tırnağa, olağanüstü şıktı. 1938 yılında Anadolu'da değil de, Paris'in büyük bulvarlarının birindeydik sanki. Salt erkekten oluşan holdeki kalabalık, saygıyla kenara çekildi, yol açtılar ona. Genç kadın bir masaya oturdu; garsondan bir sâde kahve istedi. Sonra eldivenlerini çıkardı; çantasından sarı kapaklı Fransızca bir roman, bir paket de sigara aldı. Kahvesini ve sigarasını içerken, kitabını okudu. Herkesin gözü ona dikiliydi. Ama ancak bizim gözlerimizde hayret vardı. Balıkesirli erkekler, hayretle değil, sâdece hayranlıkla bakıyorlardı ona. Her zaman tanışmak istediğim ve ne yazık ki bir daha hiç karşılaşamadığım bu kadının kim oldu- ğunu sorduğumuzda, "Hâkim Hanım" diye fısıldadılar. Hâkim Hanım şöyle dürüst böyle dürüstmüş. Gözü öyle pekmiş ki, hiç kimseden, en belâlı ağalardan bile korkmazmış. Gerektiğinde, bir dâvâyı soruşturmak için, bir ata atladığı gibi en uzak köylere gidermiş. Adaleti yerine getirmekten başka hiçbir şey düşünmezmiş, vb. Bunları duyunca, birkaç ay sonra ölecek olan Mustafa Kemal'in, kadınların eğitim görmeleri, özgürlüklerine kavuşup toplumda yer almaları uğruna verdiği savaşımı kesinlikle kazandığının bir kanıtı saydım Balıkesir'deki Hâkim Hanım'ı. Bu kadın toplumdan dışlanmış durumda değil, tâ 1938 yılında topluma egemen durumdaydı.
Reklam
Çadır faslı bitince, Nail ile ben, Abidin Dino'yu görmek üzere Balıkesir'e gitmeye karar verdik. Çünkü tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi, ellerine geçinebilecek kadar para vererek, ressamları bir iki aylığına, Anadolu'nun çeşitli yerlerine gönderirdi. Yaptıkları resimlerin bir kısmını da, devlet dairelerinin duvarlarını süslemek üzere satın alırdı. Abidin de Balıkesir'e gönderilmişti.
Çün­kü­ biz­le­rin­ baş­lıca­ iki­ ku­su­run­dan­ bi­ri­ ya­şama­ se­vincin­den­ yok­sun ol­ma­mız­sa,­ikin­cisi­de­ do­ğa­ sevgisin­den­ yok­sun olmamızdır bence.Ço­ğumuz,­ kü­çük­ mut­luluklara­ sı­kı­ sı­kı­ ka­patırız benliğimizin kapılarını. Ne­şeli­ in­sanları su­lu­ sa­yaeız.­ Dert­lenecek­ bir­ ne­den­ bu­lunmayınca­ bi­le,­ hep­ dert­liyizdir­ ge­nel­likle.­Do­ğanın güzelliģini görmeyede pek meraklı değilizdir.
Anladığım Türk Gençliği
Türk genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: demek adliyeyi de islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım..onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir! İste benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği ! Mustafa Kemal Atatürk 1934
Başka bir utanç günüm kasım 1982'de cuntanın faşit anayasasının nerdeyse bütün memleket tarafından kabul edildiği gündü.Bütün Türkler adına utanç duydum ve nu utançla birlikte bir yabancılaşma , yoksa ben Türk değilmiyim diye düşündüm birara, oysa Türk hemde çok Türk olduğumu biliyordum ama genede büyük bir yalnızlığın acısını duydum .O akşam
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.