Tilki av için dolaşırken bir keklik gördü. Planını yaptı ve karşına geçip hayran hayran onu seyre koyuldu. Onun bu halini gören keklil merakla sordu
"Hay can dostu, ne gördün de böyle hayran bakarsın?" Tilki işini yoluna koyduğunu düşünüyordu:
"Ey güzeller sultani, senin şu şehla gözlerine yandım ve yaman bakışlarına kandım. Allah güzelliğini bağışlasın; acaba gözlerini yumunca da bu kadar güzel misin?"
Keklik tava gelip gözlerini yumunca tilki sıçrayıp kekliği kavradi. Keklik neye uğradığını anlamıştı. Sabır içinde bir kurtuluş çaresi düşünmeye başladı ve tilkiyi öven sözlere girişti:
"Ey bilgili avcı, ey sihirli oyuncu! Yüzlerce aferin, binlerce övgü sana. Bravo doğrusu, şahlar yiyeceği, padişahlar lokması bir av avladın. Şanın yüce olsun, aklın ve dirayetin sayesinde Allah beni sana kismet etti. Asla şikâyetçi değilim ki sencileyin şanlı bir avcıya av oldum. Lakin sen de sultanlara yaraşır iş becerdin, gayrı bu nimet şükürsüz olmaz. Evvela nimete şükretmek, sonra afiyetle yemek lazımdır, değil mi?"
Tilki mest ve mutlu; "Evet, doğru olanı budur!" deyip şükür duası niyetine bir an dalgınlıkla ellerini ve ağzını açtı. Keklik durur mu, ka- natlanıp bir ağaca tünedi. Tilkinin keyfi kaçtı ki kaçtı. Hayıflanmaya başladı:
"Lanet olsun nimeti yemeden şükrünü edene!"
Keklik de ardınca söylendi:
*Lanet olsun uykusu gelmeden gözünü yumana!"