Böyle de Buyurabilirdi Zerdüşt, öfkeli bir kitap... Öfkesi kabına sığmayan ve hatta bahsettiği şeylerden iğrenen bir kitap. 84 sayfalık hacmine bunca öfkeyi nasıl sığdırmış, insan şaşmadan edemiyor... Kaygısız ve umarsız yaşayıp giden, halinden memnun bir şekilde kasabının bıçağını yalayan sıradan insanları acımasızca eleştiriyor. Onların hayat dediği şeyin ipliğini pazara çıkarıp, yazarın içindeki nefret ve kini kusuyor göstere göstere...
Okurken, gerçekten de böyle insanların var olduğunu, gerçekten de onların bu cümleleri hak ettiğini, kendime tekrar tekrar hatırlatmak durumunda kaldım. Beni rahatsız eden de bu oldu çünkü, yazar hedefini somut bir şekilde tanımlamak yerine genel ifadeler kullanmayı tercih etmişti. Ve bu yargıları hak etmeyen tek bir insan bile varsa, onun yüzü suyu hürmetine kitabın dilinin daha spesifik olması gerekirdi...
Oysa mütemadiyen genel bir insanlık durumuna dair konuşan bu kitapçık, giderek nihilist bir inançsızlık çemberine döndü. Oysa aydınlanmanın idealizmi ile lanetlenmiş bir okur olarak; kitabın her haklı yargısında "neden böyle", "nasıl değişebilir" sorularını sormaktan bir türlü vaz geçemedim. Olagelenden nefret, nasıl ortadan kaldırılabileceğine değil, nefretle uyuşmaya hizmet ettiğinde, benim yolum orada ayrılıveriyor. Oysa kitabın beni arka kapağında cezbeden cümlesi, tam da bunu söylüyordu; "Ey okuyucu bütün cüretini yalnız bilmeye harcama, bu iki yüzyıl önceki meseleydi. Bu yüzyılda hala cüret edecek enerjin kaldıysa biraz da, yapmaya cüret et."
Kışkırtıcı bir kitap, o kadar kışkırtıcı ki, okuyucuyu kendisine karşı bile kışkırtıyor!