Yaşamak için çok da tercih edilmeyen bir semtte, hayatla olan bağını güçlendirmeye çalışsa da bu konuda çok da başarılı olmayan bir karakterle yola başlıyoruz. Kendisi yaşamaktan ziyade okumayı tercih ettiğini, bu yüzden de hayatı gerçeklerden değil hayallerden bildiğini öne sürüyordu. Edebiyat değildi derdi, ne bulsa okurdu. Üstelik sadece kitaplar da değil, televizyon dizileri, filmler, sokak levhaları, ambalaj yazıları, ilaç prospektüsleri, takvim yaprağı arkaları gibi artık ne bulsa ayırt etmeden başkalarını hikayelerinde gezip durmayı seviyordu. İlginç bir karakter gerçekten de.
Peki sizler nereden geldiği belli olmayan sesler duysanız, gidip bakar mısınız o karanlıkta elinizde fenerle bilmiyorum ama kitabın içindeki karakterle böyle bir yolculuğa çıkıyoruz.
Çukurcumada eski bir apartman...
Gaipten gelen sesler...
Edebiyat dünyasının tozlu sayfalarında silinip gitmiş üç kadın yazar...
Fatma Aliye, Suat Derviş, Cahit Uçuk...
Peki kahramanımızla ne ilgileri olabilir?
Yazarın anlattığı hikayenin içindeki kahramanlar ve birbirleriyle olan diyalogları yaşama dair çok şey anlatıyor. Kitabın iklimi alışıla geldiğin ötesinde bir güzergah sunuyor. Dolayısıyla manzara da farklı. Yer yer toplumsal göndermeler de var. Okurken geçmişten bugüne kadar geçen süreçteki birçok kavramın seyrini de düşündüm. Bakış açılarımız ne çok değişti bu süreçte.
Gündelik yaşamın her türlü gürültüsünden uzak bir kahve eşliğinde okuyabileceğiniz keyifli bir kitap...