Darülfünun ise zaman zaman kurulup kapanan bir kurumdu, gerçek bir üniversite benzeri öğrenime geçene kadar 20. yüzyılın başına gelmek gerekmiştir. Darülfünun- burs vermeyen ve öğrenciden ücret alan nadir eğitim kurumlarındandı. Osmanlı devleti başından sonuna kadar burs sistemine bağlı eğitimi geniş ölçüde, pek az istisnayla uygulamıştır. Bu kurumların hiçbirisi II. Meşrutiyete kadar yüksek öğrenim kurumu niteliğine kavuşamadı. II. Meşrutiyet döneminin ünlü Maarif nazırı Emrullah efendi bu okulları şöyle niteler: "Elli yıllık Darülfünun vaktiyle bir idadi derecesinde bile değildi, yüksek okul olarak açılan Mekteb-i Mülkiye de gene öyleydi. Avrupa'da öğrenim görenler ve orta dereceli okullarda eğitim görüp kendisini yetiştirenler arttıkça Darülfünun idadiden yüksek okula doğru bir geçiş devresine girmiştir."
Sayfa 147Kitabı okudu
Nihayet matbaanın kültür hayatına girişi de eğitim ve öğretimdeki modernleşme girişiminin bir sonucudur. Matbaa imparatorluğun kültür hayatında en geç Türkçe yapıtların basımı için kullanıldı. Yunanca, Ermenice, İbranice ve Ladino (Judeo-Espagnol) ve hatta Bulgarca kitaplar az veya çok sayıda daha önceden matbaalarda basılmıştır. Bununla beraber matbaanın bu cemaatler arasında kültürel aydınlanma dönemini başlattığını düşünmeyelim. Bu dillerde basılan kitapların çoğu; İncil, dua kitapları ve hagiographik (aziz menkıbeleri) metinlerdi. Örneğin Bulgarca dediğimiz basılı kitapların sayısı 18. yüzyıl sonuna kadar birkaç taneyi geçmez ve bunlar da eski Slovince İncil ve dua kitaplarydı. Gene ilk Ermenice gazete de Takvim-i Vekayi'nin Ermenice çıkarılan nüshasıdır. Mekitarist Ermenilerin Venedik, Viyana gibi yurtdışı merkezlerde bastıkları eserler ise Avrupa katolik çevrelerinin taleplerine yönelikti. Matbaanın tek başına bir yenilik ve aydınlanma getiremeyeceği açıktır. Rusya'da 16. yüzyıldan beri matbaa vardı, ama asıl basım faaliyeti Büyük Petro'nun yeni Rusyasında başlamıştır.
Reklam
Ayrı uygarlıkların batılılaşması nasıl olacak. Bu 18. yüzyıl sonunda tartışılmağa başlandı. (batılılaşması sözkonusu olan uygarlıkların kimi ayrı, kimi o kadar da ayrı değildi Avrupadan) Rusya geç batılılaştı, modernleşti deniyordu. Oysa, olay Büyük Petro ile başlamıyordu. Çok önce Rusya seçkin sınıfından hümanizmaya, yeniçağın Avrupa kültürüne eğilim başlamış ve Avrupa tarzı her alanda hayata girmeğe başlamıştı. Japon örneği; batılılaşma ve Avrupa ile problemi olanlar için çok çarpıcıydı, hatta heyecan vericiydi. Japonya Batının hiçbirşeyini almayıp sadece tekniğini alarak kalkınıp güçlenen bir toplum olarak görünüyordu bazı gözlere. Ne var ki bu görüş bilgisizlikten kaynaklanıyordu. Japonya bizde o günden bugüne hiç tanınmamıştır. Hiçbir doğulu ulus Japonlar kadar Avrupanın dinine yakınlık duymamıştır. 17. yüzyıldan beri Japonlu, Avrupa tıbbını, tekniği ve düşüncesini izliyordu. Avrupa düşünü ve medeniyeti ile Japonyanın ilişkileri dün böyleydi, bugün aynı şey daha yoğun olarak sürüyor.
Tanzimat insanının oluşumunda geleneğin payı vardır; ama geleneği değiştirme geleneği de Tanzimatçılarla başlamıştır denilebilir.
Sayfa 244
Chardin "Asya atalet demektir, Avrupa ise sürekli değişen bir dünyadır diyordu. Avrupa dünyanın diğer köşelerini tanıyor ve karşılaştırma yapıyordu. Avrupalılar daha 15. yüzyılda dünyanın diğer köşelerini tanıtan seyahatnameleri okuyorlardı.
“ Fuad Paşa, Mart 1868’de Mekteb-i Sultani’yi açtı. Osmanlıcı bir eğitim yüksek dereceli okullar deneniyordu, bu deneyin uzun vadede başarılı olduğu açıktır. Mekteb-i Sultani (Galatasaray), Mülkiye gibi okullar gerçekten imparatorluğun her din ve dilden cemaatleri arasında Osmanlı aydınları yarattılar.”
Sayfa 240Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.