Ortaçağ karanlığını yalın ve acımasız bir dille anlatan bu eseri okumanızı tavsiye ediyorum. Yazarın anlatım tarzı ve kalemi çok iyi. Avrupa toplumunun nereden nereye geldiğini de böylece anlamış olacaksınız.
Cadı KazanıArthur Miller · Mitos Boyut Yayınevi · 2011398 okunma
Etkileri itibarıyla daha çok siyasal hiciv edebiyatımız (Kemal, 1996: 261)
içinde anılan Markopaşa, esas olarak bir mizah gazetesidir.
Türkiye’de çok partili hayata geçiş sürecinin önemli bir yayın organı,
hükümetle basın arasındaki ilişkilerin özetidir (Kabacalı, 1990: 163).
Yayımlandığı dönemde adı Sabahattin Ali ile özdeşleşmiş olan
Kırklı yıllardaki sol muhalefetin “kim”liğini, karşıtını ve
yaşadığı yeri tanımlarken kullandığı hemen her şey
Markopaşa’nın malzemesidir. Aynı malzemenin basındaki polemiklerin
çerçevesini de oluşturuyor olması, gazetenin bir başka avantajıdır.
Markopaşa’nın başlangıcında neredeyse Türkiye Sosyalist Partisi
yayını işlevini
"Gazetecinin ve tarihçinin işlevleri ayrıdır.
Gazeteciler, tarih yazmazlar; tarihçilerin yararlanacağı
kaynakları bulmaya ve sunmaya çalışırlar.
Tarihçinin görevi başkadır.
Tarihçi, tarih yazarken, anılardan ve belgelerden yararlanır.
40'lı yıllarla ilgili birçok anı yayınlandı. Bu dönemde yaşanan
olayların hemen hepsi, ayrı ayrı incelenmeye değer konulardır.
Amacım kuşbakışı da olsa 40'lı yılları biraz daha yakından görebilmek
ve gösterebilmekti. 40'lı yıllar bugünleri de yönlendiriyor.
Cadı kazanları bugün de kaynıyor.
Kazanlarda yananlar,
kazanların altına odun atanlar,
bugün başka başka insanlar.
Ama sonuç değişiyor mu? Hayır!"
Kitabın anlatıcısı Holden lise öğrencisi, derslerinde başarılı olamayınca okuldan atılıyor, eve dönüş esnasındaki birkaç gününü anlatıyor. Kitabın isminde olduğu gibi kırsal bir alandaki çocuklarla ilgili değil ben de birçokları gibi o yanılgıya düştüm.
Yaprak Fırtınası’ndan sonra okumaya başlamıştım, ilk anda Amerikan filmlerindeki diyaloglara
Özellikle dış yüzeyi parlak, mümkünse güzel süslemeleri olan derince bir kazan alın. Öyle ya ilk bakışta bunun bir cadı kazanı olduğu anlaşılmasın. İlk olarak kazanı ağzına kadar zina ile doldurun. Taşarsa da sorun etmeyin hiç. Sonrasında biraz burjuva ikiyüzlülüğü ve aç gözlülüğü koyun, ardından bir tutam ahlaksızlık, iğrençlik ve dedikodu
Dün gece, Salinger’in Gönülçelen adlı romanını okuyup bitirdim. Uyuduğumda bugünün ilk saatleriydi. Çok çok güzel bir roman. 16-17 yaşlarında bir çocuğun gözüyle, diliyle anlatılıyor. Nasıl her şeye boş veren, nasıl hayaller içinde, ama nasıl yalnızlık çeken tatlı bir çocuk. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın bitimiyle birlikte, içine onca kapanmış olan Amerika, biren Avrupa’yla içli dışlı olmak zorunda kalınca, Avrupa’nın değişik düşünce akımları Amerika’yı allk bullak ediyor, McCarty denilen o aşağılık adamın körüklediği korkunç bir baskı dönemi başlıyor Amerika’da. Bir kısmı baskı dönemini elverdiği ölçüde bir şeyler yazmaya çalışıyorlarsa da, yazarların çoğu susuyor. Korkunç bir ‘Cadı Kazanı’ kaynatılıyor. Korkunç bir aydın avı.
Salinger, işte bu dönemde yazmış Gönülçelen’i. O dönemin Amerikan gençliğini çok ustaca anlatmış.