Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yankılar: 12 Aralık 1975 tarihli birçok gazete Atsız'ın ölüm haberini veriyordu. Milliyet, Haber ve Cumhuriyet'te kısaca. "Gazeteci, yazar ve şair Nihal Atsız, dün akşam İstanbul'da hayata gözlerini yummuştur. 70 yaşında vefat eden Atsız, evli ve 2 çocuk babasıydı. Cenazesi yarın toprağa verilecektir." Ve arkadan
Kampanya: Atsız Affedilmelidir! Atsız'ın hapse atılmasıyla ilgili ilk protesto bir Alman bilim adamından gelmiştir: Dr. Heinrich Georg Baum. 20 Kasım 1973'te Bon'daki Türkiye Büyükelçisi Vahit Halefoğlu'na yazdığı bir dilekçede olayı protesto ettiğini ifade ediyor, Cumhurbaşkanı'na da bir dilekçe yazdığını belirtiyor ve
Reklam
Atsız Armağanı: Atsız'ı sevenler 1974 yılında onun için bir armağan çıkarmak istediler. Mustafa Kafalı olayı şöyle anlatıyor: "1974 yılıydı. İstanbul'da, bizim evdeyiz. Çay içiyoruz. Hanım, çay getirip götürüyor. Necmettin Hacıeminoğlu, Mehmet Eröz, Erol Güngör ve ben, memleket ahvali üzerine konuşuyorduk. O konuşmalar sırasında,
22 Şubat 1962: Türkçü Gençler Atsız İçin Telaşlanıyor: 27 Mayıs ihtilali ve 13 Kasım tasfiyesinden sonra ordu içindeki dalgalanmalar devam etmişti. Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında bir cunta kurulmuş ve cunta Millî Birlik Komitesi üzerinde baskı uygulamaya başlamıştı. 15 Ekim 1961 seçimlerinin sonuçlarından memnun olmayan bazı general ve
Rus'lar, Şah İsmail Türbesi'ni talan ederek, Leningrad Hermitage Müzesi'ne götürmüşlerdi. Rusya'da 1961 yılında toplanan "ilmî Ateist Propaganda Konferansı"nda, islâm Dininin kalıntılarına ve "Pir" kültürünün tesirlerine karşı savaşmanın ilmi yolları araştırıldı. Alma-Ata' da çıkan Partinaya Zhizn Dergisi, Ahmet Yesevi Türbesi'nin, din düşmanlığını yayan bir müze haline getirileceğini yazıyordu. Ayni makaleden öğrendiğimize göre, 1956'da Stalinabad'da yapılan Arkeologlar ve Etnoğraflar ikinci Kongresinde, İslâm Dinine karşı başarılı savaş verilemediği itiraf ediliyor, yeni yollar aranıyordu. 1959'da yüzlerce yatır yıkılmış, türbe bekçileri, "serseriler", "tüccarlar", "müstebitler" töhmeti altında sürgüne gönderilmişti. Ramazan ve Muharrem orucu ve adak, kurban kesilmesi aleyhine şiddetli bir kampanya açılmıştı. Sosyalizmin, dine ve bu arada Alevilerin inaçlarına karşı aldıkları pek çok tedbir ve uygulama vardır ki, burada anlatmağa imkân yoktur. Onlar başa geçinceye kadar, her inanca hürmetkâr görünür, sonunda amansız darbelerini vururlar.
Sayfa 143 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Türk'lerin birbirine küsmelerinden, mezhep ayrılığı içine düşmelerinden üzülenler olmuştur. Bunlardan biri, İran Şahı (Avşar Türk'lerinden) Nadir Şah'tır. Mezhep ayrılığını kaldırmak, Türk'leri kaynaştırmak için, Türkiye'ye bir ilim heyeti göndermiş idi. Çeşitli sebeplerden bu teşebbüs, sonuç vermedi.
Sayfa 143 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
17. Yüzyılda Almanya, İran'ı kışkırtarak, Sünnî Türk'lerle Şii Türk'leri birbirine kırdırmağa çalışıyordu. Bu maksatla Ruslar, Kaygusuz Abdal adına Türk'leri birbirine düşürücü şiirler tertip ediyorlardı. 1920' de İngiliz Başbakanı Lord Curzon'a gönderilen raporda, "Sünniler ile Şiiler arasındaki zıtlık büyüktür, biz bu zıtlığı daha da geliştirebiliriz" deniliyordu. Milliyet'te tefrika edilen yazısında, David Hotham adlı bir İngiliz gazetecisi, Türkiye'deki Alevi-Sünni ayrılığını arttırmağa çalışıyordu.
Sayfa 142 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Hz. Ali'nin "Düldül" isimli atı, Türk muhayyelesinde at sevgisi ile birleştirilmiş ve menkıbeye bürünmüştür.
Sayfa 140 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Orta Asya'da, şamanist topluluklarda, kartal, ilk yaratıcı varlık olarak kabul edilir.
Sayfa 140 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Bozkurt; Türk uruklarının en büyük töz (totem)lerinden biridir. Hun Türklerinin bir kolu olan Tu-cje'ler, kurt'tan türediklerine inanırdı. "Büyük dedelerini kurt, kendi yavrularıyle birlikte güdüyor, inine götürerek besleyip büyütüyor". Bu yüzden bayrakların üzerine kurt kafası bulundururlardı Türk kabilelerinde, kurttan geliş
Sayfa 135 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Reklam
Bektâşîler, ölümü, "don değiştirmek" yani, kılık kıyafet değiştirmek, başka şekle girmek sayarlar. Bu kelime üzerinde biraz durmak gerekiyor. Eski Türkçe'de, "ton veya don", "elbise, kılık" demektir. Bugün Azerbaycan Türkleri aynen kullanıyor. Orta Asya'da da aynı şekilde kullanılır. Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki köylerde ve süvarilikte, atın renginden söz etmek, gülünç olmak demektir. Onun yerine, atın donu"nda bahsedilir ki, bunlar da, "kır, demir kırı, al, doru, kulâ, yağız, bakla kırı"dır. Dede Korkut destanlarında, yas alâmeti olarak, "ağ donları çıkarıp, karalar" giyildiği anlatılır. Altaylı'larda topluluğun bütün üyeleri aynı elbiseyi giyer. Bu, Türk cemiyetinde keskin bir sınıf farklılaşmasının olmayışının bir işaretidir. Aynı elbise ile gezen Altay Türkleri, giyimine bakarak insanların ayırt edilemeyeceğini belirten bir ata sözüne sahiptirler. Bu ata sözünde, "ton", "kürk" demek oluyor: "Ton içinde er yürer anı kem piler? Tokum aldında at yürer anı kem piler?" (Kürk içinde er yürür, onu kim bilir? Belleme altında at yürür, onu kim bilir?)
Sayfa 125 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Eski Türklerin, "Tamu" (cehennem), "uçmağ" (cennet) terimleri, Alevî şairlerine aynen geçmiştir. Bunlardan bir iki örnek verelim. Abdal Musa, "Yedi tamu bize nevbahar oldu, sekiz uçmak içindeki köydenüz" der. Muhyeddin Abdal bunu, "yedi tamu, sekiz bab" diye anlatır. Kul Hüseyin, "sekiz uçmak elinden" söz eder.
Sayfa 123 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Türkmenlerin rüzgâr gibi atları üstünde, bambaşka kıyafetleri ve "kadınlarınkine benzer uzun saçları", mızrakları ve yaylariyle görünüşleri, Ortadoğunun çehresini değiştirmişti. "Bu asırda Türklerde ileri gelenlerin başlarının yalnız ön kısmını tıraş ettirip, asâlet alâmeti olarak arkada, saçları üç örgü halinde bırakmaları âdeti (vardı). Krallar ve hükümdarlar ise hiç saç kestirmezlerdi. (Henüz Hristiyan olmamış ve Slavlaşmamış olan Bulgar'ların) kralı 'Kurum Han'ın Madara'daki kaya kabartmasında böyledir. Diğer taraftan cenübî Rusya bozkırlarında bulunan Türk kavimlerine ait taş heykellerin ekserisinde, başın arka tarafından aşağı doğru sarkmış üç saç örgüsü bariz surette gösterilmiştir."
Sayfa 123 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Yalnız Aleviler arasında değil, Sünni köy ve kasabalarında da, "Ay"la ilgili inançlar devam etmektedir. Ay'a, "Ay Dede" denmesi ve Kıbrıs Türkleri'nin yeni ay doğduğunda, bir erkeğin yüzüne bakmaları, bunun belirgin örneğidir. Rahmetli dedem Serçinli Hasan Efendi'den edindiğim din bilgisi ve ilmihal malümatı arasında, "Ay" inancı ile ilgili Amentü" de vardı. Bilindiği gibi "Amentü'de," "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine, öldükten sonra dirilişin olduğuna iman edilir ve Allah'tan başka Allah olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna kalple ve dille iman getirilir". Rahmetli dedemden öğrendiğim şekilde, her yeni ay doğduğunda göğe bakarak, Ay'ı gördüm Allah, âmentü billåh ve melâiketihi ve kütübihi…"yi okumak ådet ve alışkanlığını edinmişimdir ki, Türkiye'nin pekçok yerinde bunun var olduğunu biliyorum. Bu, İslâm inancının, özünü sarsacak birşey değildir; sadece masum bir gelenektir.
Sayfa 119 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
169 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.