Kürek ve yelken devrinden buhar ve makine devrine geçmek, el ve tezgâh işinden fabrikasyona atlamak, Osmanlı Devleti’nin psikolojik kanâatinde bir çeşit haysiyetsizlik kabul edilegelmekte idi. Çünkü o, bâzûsunun ve kahramanlığının gücü ile cihangir olmuştu. Mantıklı ve sağlam iç muvâzenesini dış dünyâya tercüme ve aksettirirken de coşkun ve şevkli yaratıcılığını türlü şekir, türlü çeşit ve türlü unsurlarda tecrübe ede ede kemal durağına varmıştı. Öyle ki mîmarlıkta Sinan’lar, Ayas’lar, Kâsım’lar, Mehmed’ler vermiş; mûsikîde Itrî’ler, Hâfız Post’lar, Dede’ler yetiştirmiş; şiirde Fuzûlî’ler, Bâkî’ler, Nâilî’ler, Nedîm’ler çiçeklendirmiş; hattâ Yâkut’lar, Hamdullah’lar, Hâfız Osman’larla erişilmez zirvelere ulaşmış; mermeri konuşturan, tahtayı dile getiren, ipeklerden, ipliklerden, renklerden çiçeklerden elvan elvan müstâmereler, müstemlekeler kuran, hulâsa rûhu madde âleminde sûretleştiren büyük sanatkârlar gelmişti.