Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sarıkamış...
Anadolu'nun bir ucundan öteki ucuna, önce vagonları tıklım tıkış dolu bir trende, sonra da buz gibi havada at arabalarında sürdürülen eziyetli ve uzun bir yolculuk yapmışlardı. Nihayet menzile ulaştıklarında, acı hakikat, beyazlar giyinmiş bir cellat gibi dikilmişti karşı­larına. Cehennem, alev kırmızısı ve yakıcı olmalıydı. Oysa, onları bekleyen cehennem, bembeyaz ve dondurucuydu. O kadar dondurucuydu ki, erlerin elleri, ayakları, yüzleri yanıyordu so­ğuktan. Tıpkı ateşe değmiş gibi, yanık yaraları açılıyordu soğukla temas eden tenlerinde.
Reklam
Umut, yeniden umut! Her yeni can bir umuttu. Her yeni gün bir umuttu.
Ah, insanoğlunun dizginleyemediği sorgulaması, arayışı, sürekli irdeleyen iç örgüsü!
Sayfa 13
Her gelişinde alkışlarla karşılandığı İstasyon'da Atatürk şimdi hıçkırıklarla ve matem marşlarıyla karşılanıyordu. Bayrağa sarılı tabutu, Büyük Millet Meclisi'nin önündeki katafalka yerleştirildi. Tabutunun dört tarafında, heykel gibi hiç kımıldamayan kılıçlı subaylar nöbet tutarken, halk gece gündüz demeden ağlayarak, sel gibi aktı önünden. Ertesi gün, Türklerin Atası, bir top arabası­nın üzerinde, son yolculuğuna çıktı. Top arabasının ardında, Türk devlet adamlarının ve generallerinin yanı sıra, tören kıyafetlerini giymiş yabancı birliklerin askerleri ve yabancı devletlerin temsilcileri vardı. Yabancı askerler, on dokuz yıl önce düşman oldukları Türk askerleriyle aynı sırada, silahlarının namlularını ve bayraklarını yere eğmiş, saygıyla yürüyorlardı. Arkalarında öğrencileri, öğretmenleri, işçileri, köylüleriyle, okulları, kurumlarıyla, esnafıyla bütün Türkiye, hıçkırarak yü­rüyordu. Etnografya Müzesi'nin önüne gelindiğinde, Çanakkale'de Atatürk'le çarpışan ve orada bir bacağını kaybeden İngiliz Mareşali Birdwood, Atatürk'ün tabutu önünden geçerken, elindeki mareşallik asasını yukarı kaldırarak, saygıyla selamladı eski düşmanını. Top atışları arasında, Ata'nın naaşı ge­çici kabrine indirildi.
Reklam
Samira Nene, biz, kişisel hırslarımız olmadığı ve savaşla tanışmadığımız için çok şanslıyız fakat sizlerinki gibi hayat süremediğimizden, bence boynu bükük bir kuşağız. Gönlümü yaşamak, aşık olmak, evlenmek, sevişmek, dünyaya istediği kadar çocuk getirmek bir yana, ömrümüzün doğal süreci yöneticilerin iradesine bağlı.
Teselli sözlerinin hiçbir işe yaramadığı bir günmüş.
"Bütün ömrümü birlikte geçirebileceğim birine henüz rastlamadım."
"Hangi dünyada yaşıyorsun sen, Muho?" "Temiz bir dünyada yaşamaya çalışıyorum abi." "Ama yaşadığın dünya pis!" "Maalesef!
Reklam
"Bu dünyada ölümden başka her şeye çare vardır oğlum." "Ölüm de bir çaredir."
İstikbal, anahtarı zaman olan, kapalı bir kutuydu. Ve analar babalar ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar, kader kendi ağlarını örüyor, çocuk kendi bildiğini okuyordu.
"İşte tutmanız gereken sırrımı veriyorum; çünkü ben birine aşığım." "Kime?" "Bugün burada olmayan birine. Onu yıllardır seviyorum ve ölünceye kadar da sadece onu seveceğim."
"Aşk, sevdagillerden canım. Çok mühim bir şey aşk! Hayatın bütün manası, mevcudiyetimizin sebebi, aşksız bir ömür dü­şünemiyorum."
Acılar bile , özgür ortamlarda çekilmeliydi.
Sayfa 45
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.