(...)
Hâl böyle olunca, mesele Sosyolojiyi yerlilik uğruna “İslâmileştirmek” de olsa, gene aynı kapıya çıkarız. Mesela, Weberci sosyolojiye bakarak, diyelim Weber'in Protestan ahlâkı ile kapitalizmin ruhu arasında kurduğu ilişkinin karşılığını İslâm'da arayacaksınız. Bu yapılmadı da değil: Merhum Sabri Ülgener hocamız, Weberci bir anlayış ve yaklaşımla İslâm'ı okudu ve neticede Weber'in iddialarının izlerini tasavvufta gördü. Benzer bir şey, Konfüçyanizm için de yapıldı: Weber'in Protestanlığa, özellikle onun Kalvinist koluna kapitalizmin “ruhu” bakımından atfettiği ne kadar özellik varsa, Çinliler kendi dinlerinin de aynı özelliklere sahip olduğunu ileri sürdüler; dolayısıyla Konfüçyanizm'in kapitalizme aykırılık teşkil etmediğini göstermeye çalıştılar.
Netice olarak, kendinize kendi gözünüzle de başkalarının gözüyle de baksanız, çoğul bir anlayış ve anlatı kaçınılmazdır. Dolayısıyla, yukarılarda belirttiğim gibi, Ziya Gökalp'ten Hilmi Ziya Ülken'e; Cemil Meriç'ten Baykan Sezer'e, Şerif Mardin'e... kadar takdir edilesi bir “yerli” bir Sosyoloji yapma gayretinin mevcudiyeti söz konusu olsa bile tamamlanmamış bir girişim olarak kalmıştır. Kendimize başkalarının teorik kavramlarıyla bakıp, kendi Sosyolojimizi geliştirmemiz mümkün olmamıştır. Bunun tipik örneği, Şerif Mardin hocamızın tarikatları sivil toplumun unsuru olan “aracı kurumlar” (secondary structures) olarak görmesi; fakat sonradan “bir Batı rüyası” şeklinde düzeltme yapmasıdır.
Selefîlik/Selefiyye, itikadî konularda Kur’an ve Sünnet’in lafzına bağlı olan ve te’vili kabul etmeyen, gelenek ve mezhep karşıtı bir ekoldür. Selefîlik, İbn Teymiyye eliyle kurulmuş olup Vehhâbîler eliyle Suudi Arabistan’da devletleştiği gibi “Yeni Selefîlik” diye aynı çizginin farklı tonlarda devamı söz konusudur.
Selefîliğin kurucusu,
Hafta içinde büyük bir şevkle Hay Sultan kitabını okudum, bitirdim. Aslında bitirmedim. Şeklen bitse de manen bitmiş değil. Bir kitabı bitirdiğinizde onu yeniden yazarsınız. Sizde bıraktığı izleri yazmakla kalmaz, yaşarsınız. Yaşamaya başlamış iseniz kitap da amacına ulaşmış demektir. Okuduğunuz kitap sizin düşüncelerinizde bir takım kıpırtılara,
Tasavvuf, Hristiyan mistisizminden,;her şeyden önce ruhbaniyete bünyesinde yer vermemekle ayrılır. Ruhbaniyette, Allah'a varma emeliyle hayattan ve insanlardan kaçış vardır. Oysaki tasavvuf, Allah'a gidişi bunun tam aksi bir yoldan sağlama peşindedir. Sufinin eğitimini, yani seyrüsülük hayatın dikenli yollarından geçer. İnsana hizmet, sülukun esasıdır.
Bir sufinin ruhsal yükselişi ne kadar büyükse, onun insanlar içine dalışı ve onların dertlerine eğilişi o kadar kuvvetli olacaktır.