16. Biliniz ki Peygamberlerin (aleyhimusselâm) bütün mucizeleri âdeten muhal (imkânsız) olan şeylerdir. Biz bu imkânsızlığı ”Müsteb'ad olarak adlandırıyoruz. Lakin mucizeler aklen imkânsız olan şeyler değildir. İnsanlar âdeten muhâl olan şeyle aklen muhâl olan şeyi birbirinden ayırd etmemekte olup ikisini aynı şey zannetmektedirler. Ateşin Hz. İbrâhim (aleyhisselâm)'ı yakmaması aklen muhal değildir. Doğrusu şu ki ateş her zaman yakıcı değildir. O ancak şânı Yüce hakiki Müessir'in emriyle yakar. Hatta bazı canlılar ateşin içinde yaşarlar da ateş onlara en ufak bir zarar vermez. Bazı insanlar Mi'râc'ı aklen muhâl sayarlar. Çünkü onlar, bir insanın o kadar uzak mesafeleri hayret verici bir süratle katedebileceğini kavrayamazlar. Lakin onlar, gözden çıkan bir ışının bir anda doksan milyon mil mesafedeki güneşe kadar uzanan mesafeyi katedip geri döndüğünün farkında değildirler. Aynı şekilde bazı insanlar, kıyâmet gününde ellerle ayakların konuşup şâhidlik edeceğine şaşarlar. Ama küçük bir et parçası olan dilin konuşmasına şaşmazlar. Çünkü dilin gece ve gündüz demeden hareket ettiğini müşahede etmektedirler. Peygamberlerin (aleyhimusselâm) gösterdikleri olağanüstü haller de bu türden olupaklen muhal olmayan şeylerdir. Bunlar ancak âdeten muhâl olan şeylerdir. Bunların her birinin diğerlerinden ayrı, müstakil hükümleri vardır.
Eşref Ali et tehanevi muthiş bir tespitte bulunarak şöyle deri "İçinde bulunduğumuz asırda biz Müslümanların itaatte gevşeklik ve gafletimiz, günahlara dalma ve curet etme halimiz aşikardır. Bunun üzerinde düşündüm. Büyük sebep olarak sunları gördüm: iyi ve kötü amellerin karşılığının sadece ahirette görüleceği zannedilip bazı karşılıkların dunyada da görüleceği hiç bilinmiyor. Sıfatı nefsaniyenin galip gelmesinden dolayı, dünyadaki ceza ve mükafatlar hemen gerşekleştiğinden daha çok göz önünde bulundurulup, ahiretteki ceza ve mükafatın ise amellerin neticesi olduğuna sadece akide icabı inanılıyor
Reklam
Bu mefsedetin çıkış noktası şudur: Hadislerin kelime ve anlam bakımından asliyetini koruyamadığını zannedenler, muhaddislerle fakihlerin hallerini derinlemesine incelememiş; hafıza zayıflığı, hadise çok az ihtimam gösterme, takvasızlık ve ihtiyatsızlık bakımından onları kendilerine kıyaslamışlardır. Muhaddislerle fakihlerin hafızalarının
Sayfa 116Kitabı okudu
Tasavvufun Gayesi: Kötü Huylardan Arınıp İyi Hasletler Kazanmak
Muhammed Takî Osmânî şöyle dedi: “Hacı İmdâdullah Muhâcir Mekkî, büyüklük kuruntusuna kapılan kimselerin tarikatın kokusunu bile alamayacaklarını, Eşref Ali et-Tehânevî ise tasavvufun bidâyetinin ve nihâyetinin müridin kötü huy ve vasıflarını yok edip onların yerine iyi hasletler kazanması (fenâ) olduğunu söylerdi.”
Sayfa 103Kitabı okudu
TEMUÇİN VE SELLER Moğolların kızıl saçlı Han’ı ilk düzenli savaşını yapmış ve kazanmıştı. Artık bir kumandanın, adamların reisinin taşımaya hakkı olan başı sivri ve fildişi asayı gururla taşıyabilirdi ve Han, hizmetinde adamlar olması için, şiddetli bir ateş hissetmekteydi. Şüphe yok ki bu ateşin kaynağı yoklukla geçen senelerinin sefaletinde,
Modern ilmin meseleleri, Kur'ân-ı Kerim'in maksatları arasında yer almamaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de maksadı teyid etmek için anlatılan ve ispatı istenen şeye kat'i olarak delâlet eden ilmi meseleler kesin ve yakini bir şekilde sabittir. Başka bir delile dayanarak buna muhalefet etmek caiz olmaz. Buna muarız olan başka bir delil ortaya çıkarsa bu delil ya çürüktür ya da hakikaten değil de zâhiren teâruz ediyor diye yorumlanır. Evet, delil olarak gösterilen âyetin medlulüne delâleti kat'i olur da bunun hilafına sahih bir delil ortaya çıkarsa, ozaman zâhirinden başka manada yorumlarız. Nitekim biz bunu yedinci kaideyi anlatırken tahkik etmiştik.
Sayfa 112Kitabı okudu
Reklam
Geri14
47 öğeden 41 ile 47 arasındakiler gösteriliyor.