Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Türkiye'deki üçlü ideolojik bölünme giderek netleşiyor. Bir yanda, Atatürk'e saygı ve bazen sevgi duyan ama Kemalizme karşı olanlar var. Atatürk'ü -daha çok- bu yur­du düşmanlardan kurtarmış bir kahraman olarak benimsi­yorlar. Ama Kemalizmin birçok ilkesine kısmen ya da ta­mamen karşılar. Laiklik, devletçilik, devrimcilik ve halk­çılık karşısındaki tutumları çok açık. Cumhuriyetçiliğe karşı değiller ama içerdiği demokrasi anlayışı onlar için fazla geniş. Ulusçuluğa karşı değiller ama onların ulusçu­luk anlayışı -en azından son yıllara kadar- Kemalist ulus­çuluktan çok farklı: "Irk"ın ve "din"in öne çıktığı bir ulusçuluk. Çok zaman "yayılmacılık" eğilimleri de taşıyor. İkinci kesimdekiler, hem Atatürk'e hem de Kemalizme karşılar. Halifeliği ve hatta padişahlığı kaldırdığı için. Ki­misi Atatürk'e kızgın kimisi de düşman. Laikliği içlerine sindirebilmeleri söz konusu bile değil. Onlar açısından önem taşıyan "ümmet" olduğu için Kemalist ulusçuluğu kabul etmeleri de olanaksız. Demokrasiyi içeren bir cumhuriyetçilik ile devrimcilik ve halkçılık da tümüyle ideolo­jilerinin dışındadır. Sadece devletçilik ilkesi görünüşte on­lara ters düşmemektedir. Geriye kalıyor, hem Atatürk'e hem de Kemalizme sahip çıkanlar. Atatürk ile Atatürk'ün önderliğinde gelişen Türk devrimini ve ideolojisini bir bütün sayanlar. Bir bü­tün olarak benimseyenler. Yirmi birinci yüzyılın gerektir­diği yenilenmeyi, Kemalizmin ışığında gerçekleştirmek is­teyenler.
Sayfa 17 - İmge YayıneviKitabı okuyor
Atatürk sonrası: İnönü ve diğerleri ...
Atatürk'ün hayatının sonlarına doğru İsmet İnönü, gerçekleştirmek için Atatürk'le birlikte savaştıkları ilkelerden uzaklaşmaya başladı. Büyük komprador burjuvazi ile çevrilen İsmet İnönü, gerek iç gerek dış politikada onun etkisinde kaldı. Atatürk ile arasında yabancılaşma başladı. Atatürk ile İnönü arasındaki başlıca anlaşmazlık
Sayfa 236 - AralovKitabı okudu
Reklam
Falih Rıfkı
Devletçilik, sınıfsız toplumu öngörmekteydi. Devletçilik, "sadece halkın yapamadığı, yapmadığı işi yapmak demek değildi. Aynı zamanda devletin sınıf veya sınıflar hesap ve namına değil, memleketin yüksek iktisadi menfaatleri hesap ve namına iktisadi faaliyetler için kural koyucu ve denetleyici olması" demekti. "Biz ne liberaliz, ne faşistiz, ne de sosyalistiz. Devlet sosyalizmini kabul ettiğimiz bile doğru değildir. Biz Türkiye'nin kendi bünyesine has bir rejim kurmak istiyoruz.”
Dünya çapındaki 1929 Buhranı, tarımsal ürünlerin fiyatlarında keskin bir düşüşe ve ithalat ve ihracatta bir küçülmeye sebep olan bir ekonomik krizi tetikledi. Buhran sadece devlet gelirlerini değil, aynı zamanda köylülerin de servetlerini etkiledi. Güçlü korumacı önlemlerle, devletçilik politikası iştiyaklı bir şekilde uygulandı ve Türkiye planlı bir sanayileşme dönemine girdi..
Sayfa 102 - Kronik KitapKitabı okudu
Yalnız Türkiye'de millileştirmeler, sermaye karşıtı sol-ideolojik bir muhtevadan yani sınıf çelişkisinden ziyade; iktisadi milliyetçilikten kaynaklanmıştır. Kaldı ki, bir kısmı Lozan Antlaşması'ndan kaynaklanan dolayısıyla bir zaruret olan millileştirmeleri de doğru bulmayanlar ve yabancı sermaye yatırımlarını savunanlar da o tarihte de
Sayfa 110 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
Etkin devlet, kamu hizmetlerinin yararı ile maliyetleri olan vergi yükü arasındaki farkı, yani net sosyal yararı maksimize edebilen idaredir. Ancak daha yüksek vergi yükü, daha küçük piyasa ekonomisi demektir. Bu noktalardan bakınca, Türkiye'nin vergi yükünü 1927'de %13,32'den 1934'de yani yedi yılda % 20,38'a tırmandırmasında; borç servis yükü ve devletçilik tercihinin itici güç olduğu ortaya çıkar. Vergilere ve dolayısıyla vergi yüküne devletçilik içerisinde verdiğimiz üçlü görev yani (a) kamu hizmetlerinin ve (b) kalkınmanın finansmanına ek olarak (c) sermayenin devletin (bürokrasi ve dolayısıyla Türk unsurunun) denetimine geçmesini sağlamak veya iktisadi milliyetçilik, aslında doğru bir hedefti. Ancak kullanılan yöntem yani devletçilik daha önce denenmemiş riskli bir modeldi.
Sayfa 94 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
Reklam
Himayeci gümrükler, iç pazarda rekabet koşullarında sanayi burjuvazisine sermaye birikimi için tüketiciden yani çiftçi, memur ve işçiden gelir transferi öngörüyordu. Oysa Türkiye'de 1929 yılında ne bir milli burjuvazi (sanayici) vardı ne de halkçı idarenin, böyle bir yeni sınıf yaratma niyeti mevcuttu. Zaten yeni tarifenin kabulünden hemen sora 1933'de girilen devletçilik ve inhisarla birleşince sırasıyla sermaye ve piyasalar devletleştirildiğinden, gümrüklerin işlevi giderek mali gayeye dönüştü ve yitirildi. Bir başka deyişle Milli İktisat Modeli'nin bir aracı olan gümrükler, Devletçilik içinde anlamlarını kaybettiler. Nitekim gümrükler ile sağlanan varidat da, yatırımlara dönüştürüldükleri KİT'lerin tekelci konumları sırasında israf edilmiş ve tüketicilerin tüketiminin kısılmasının verdiği zahmet (disutility) boşa gitmiş sayılabilir.
Sayfa 88 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
İzmir İktisat Kongresi'nin Mali Kararları Bu program çerçevesinde alınan çeşitli guruplara ait mali kararları şöyle özetleyebiliriz: (a) Kapitülasyonların kaldırılması. (b) Düyun-u Umumiye İdaresine son verilerek Osmanlı borçlarının tasfiyesi. (c) Gümrük tarifeleri ile yerli malların himayesi ve kaçakçılığın yasaklanması. (d) Aşar'ın
Sayfa 28 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
İttihad-ı Terakki Fırkası (İTF) Merkez-i Umumi'si içinde; Liberal Ekonomi tezini Cavit ve Ağaoğlu Ahmet Beyler savunmakta, Milli Iktisat tezini ise Z.Gökalp önermekte idi. Cavit Bey'in Liberal tezleri daha sonraları Teceddüt Fırkası'nda, TcF'nda ve nihayet ScF'nda da kendine yer bulmuştur. Milli iktisat Tezi, Frederic List'in önderliğindeki Alman Tarihçi okulu'nun, korumacılık modeli idi. Milli İktisat Tezi, İzmir İktisat Kongresi'nce kabul görse de; gerek Milli Iktisat Tezi'nin bir İTF programı olması, Z.Gökalp'in bu tezi devletçilik ile bağdaştırması', 1929 Buhranı ve artan Sovyet nüfuzu ve yardımları dolayısıyla Türkiye giderek devletçiliğe geçmiştir. Nitekim devletçilik hem bir model hem de finansman ve uygulama yöntemi olarak Sovyet teknik ve iktisadi yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla iktisadi tercihlerdeki isabeti yine o dönemi de yaşamış olan İsmet Bozdağ 1970'li yıllardaki bir Cumhuriyet Tarihi seminerinde şöyle dillendirir ve bir itirazla da karşılaşmaz: "Bütün iktisadi hayatımız İsmet Paşa'nın Sovyet Rusya seyahatinde edindiği intibalarla, Celal Bayar'ın Deutch Bank'ta edindiği intibaların bir muhassalasından ibarettir."
Sayfa 4 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
Kemalist devrimler,Osmanlı reformlarının sürekliliği mi kopuşu mu:
Osmanlı reform hareketleriyle Kemalist devrimler arasındaki sürekliliğe vurgu yapan Rustow, Kemalist devrimlerin geçmişten radikal bir "kopuş" sağladığı tezine karşı "süreklilik" tezini ilk işleyen isimlerden biriydi. Rustow gibi önemli bir isim tarafından dile getirilmiş olsa da süreklilik tezi konusunda bir uzlaşmaya varıldığı söylenemez. Buna karşın, Kemalizmin ülkeyi karar­lı bir biçimde modernleşme yoluna soktuğu ve Mustafa Kemal başta olmak üzere bu sürecin mimarı olan kadronun zihniyet dünyasının ve uygulamalarının incelenmesi gerektiği konusun­ da bir fikir birliğinden söz edilebilir. Gilman, modernleşme ku­ramıyla ilgili kitabında Mustafa Kemal'den, modernleşmeyi bir ulus inşası anlamında kullanan ilk kişi olarak bahsetmektedir. Gilman'ın ifadesi modernleşme kuramcıları arasında da taraftar bulan Mustafa Kemal algısını yansıtmaktadır. Kemalist Türkiye, savaş sonrasında uygulanan liberal ekonomik politikalar saye­ sinde modernleşme kuramcılarının gözündeki en sorunlu yanı olan "devletçilik"ten de arınmaya başlayınca, Mustafa Kemal'in otoriterliği Türkiye'nin başarılı modernleşmesinin ve kuvvetli antikomünizminin temeli olarak ilan edildi.
181 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.