Unutmayalım ki, Batılı devletlerin Birinci Dünya Harbinden sonra Ortadoğu'ya ekmiş oldukları nifâk tohumları bize de çok tesir etmiştir. Arap denince yeni Türk nesillerinin aklına daima Türk ordularını arkadan vuran İngiliz maşası bedevî kabileleri gelir; Araplar da Türk deyince en çok ittihatçı Cemal Paşa'nın Suriye'de yaptıklarını hatırlarlar. Her iki tasavvur da yanlıştır, iki tarafı birbirine düşman etmek için İngilizler tarafından uydurulmuştur... Unutmayalım ki, Arap düşmanlığı propagandasının temelinde İslam düşmanlığı vardır; İslam dünyasının yan yana yaşayan iki büyük kitlesini birbirine düşman etmek, böylece her birini tek tek Batılılara esir etmek gayreti vardır... Avrupa ortak pazarının kuyruğu mu, yoksa Ortadoğu'nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi, yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mi yapacağız? Türk münevveri bu konuda derhal bir karar vermelidir. İktisadi kalkınma ve teknolojik gelişme ile Avrupalılaşmayı aynı şey sayanlar herhalde birinci yolu tercih edeceklerdir ama biz onları denedik ve hiçbir şey kazanamadık.
Arkaplanda kullandığım görselden de anlaşılacağı üzedine Erzurum'da katıldığım bir seminere ilişkin fikirlerimin yer aldığı bir yazı şuan okuduğunuz satırlar. Seminer esnasında hatip Japonların ve Rusların Batı kültürünü benimserken medeniyetlerini yozlaşmadan korurken Türk medeniyetinin tıpkı İslamiyeti benimserken olduğu gibi Batı kültürü ile kaynaşırken de medeniyette yozlaşmaların oluştuğunu savunan sosyoloğun düşüncelerini aktarıyordu. Sosyoloğun düşüncelerine katılmamak elde değildi. Zira Arap yarımadasındaki devletler ve özellikler Persler tarafından kabul gören İslam dini benimsenirken kaynağından değil de bu dini yaşayan kişilerden benimsemizden ileri gelmektedir ki İslam dışı bir çok unsuru beraberinde kabul etmişiz. Hatta Doğu ve Güneydoğu illerinde uygulanagelen bir çok adet, Arap yarımadasının cahiliye döneminde bırakamadıkları ve hatta veda hutbesi ile tüm İslam alemine bildirilen hususlar olduğu aşikar. Ve gelelim Batı kültürüne, bazen kınar gibi oluyoruz bu kültürü; aile yaşantılarının olmayışını hızlı yaşam tarzlarını, tüketim çılgınlıklarını... İşte bu nokta bizim tam olarak ikili ilişkilerde çok ön plana çıkarıp da toplumsal perspektifte göz ardı ettiğimiz bir kavramın vücut bulması geren bir yer; empati, tabir daha da oturacaksa kültürel empati. Toplumuz maruz kaldığı gelişmeler, liderler, siyaset... Tüm bunları ele almadan Batı toplumu hakkında konuşmak acımasız bir ön yargıdan ibaret.
Reklam
Batının numunei imtisal kabul edilmesi, Müslüman insanının olamayacağı imajını getirdi. Örnek insan olmak için, Batı kültürü farzı ayn yapıldı. Buna rağmen Batılı olamadık. Zaten olmamamızda gerekir. Zira Allah insanları farklı farklı yaratmıştır. Bir Arap ya da Türk veya Kürt nasıl Allah'ın bir ayeti ise bir alman veya bir Fransız da Allah'ın birer ayetidir. Meğer ki Allah'ı inkar etmesinler. Sadi Şirazinin dediği gibi "insanlar birbirlerinin azalarıdırlar". Aslında dünyanın güzelliği de bu farklılıkta yatıyor.
Bâtınilik mi, Selefilik mi, Hanefi Maturidilik mi?
Cumhuriyet döneminde İslâm düşüncesinde problem çözme yollarından birisi olan akli ve reyci damarın daha güçlenmesi beklenirken, maalesef, bu iki kesimin saldırılarıyla bahis konusu “damar” gittikçe zayıflamıştır. Bugün üç tarz dindarlık ve zihniyet birbiriyle çatışma halindedir: Bâtınilik (Şii ve Sünni İrfancılık), Arap dindarlığı (Selefilik) ve
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.