İlk günlerinden bu yana Dünya Edebiyatında alaycı gülme'ye [derisive laughter] birçok değinmelerde bulunulmuştur. (...) peygamber Elisha, kel kafasıyla dalga geçen bir grup çocukla karşılaşır. Bu alay peygamberi öylesine gücendirir ki, bu çocukların belalarını tanrrı tarafından bulmaları için bir lanette bulunur; bunun üzerine ormandan
Kierkegaard, bütün bir salondaki herkesi güldürdükten sonra evine döndüğünde, tek isteğinin intihar etmek olduğunu anlatır; birçok vesileyle benim de teyit etmiş olduğum doğal bir bunalımdır bu.
Ama Yunanlılara göre, gülme siyasal bir konum edinir edinmez, yaralara dokunmaya ve acıya, üzüntüye yol açmaya başlar. Peki ama taşı gediğine koyan bir espri yaptığımızda kendimizi güçlü hissetmiyor muyuz, küçük bir tanrı kadar güçlü ve haklı?
Yunanlıların bize aktardığı armağan budur; gücünün her çehresiyle gülmeyi, insanları keyifsizlik çukurundan çekip çıkarmaya da, umutsuzluğun en derinlerine daldırmaya da gücü yeten gülmeyi armağan etmişlerdir bize. Anımsayın, Eski Ahit'te alay ve küçümseme Tanrı 'nın özel alanında kalan şeylerdi. Şimdi sanki Yunanlılar bize şöyle der: Dikkat edin, size bunu kendi başınıza nasıl başaracağınızı göstereceğiz. Dikkatli olun ama, tehlikeli iştir bu. Yanabilirsiniz!