‘’Açıkçası, insanlar niye, adına aşk dedikleri bilmeceyi çözemiyorlardı. Bunca acıya, bunca cinayete, bunca intihara değer miydi bu ruh hali ? Çünkü aşk fizikseldi, kimsayal değil.’’
Kadın dedikleri şey hakkında hiçbir fikri olmayan delikanlı, karısına insanların üstünde bir mahiyet veriyor, kalbinde günden güne kuvvetlenen bir aşkı adeta dini bir his gibi tefsir ediyor ve bütün düşünce ve hareketlerinin bu mihver etrafında dönmesi lazım geldiğini hissediyordu. En uzak devrelerinden beri bir dakikası bile onsuz geçmeyen hayatının Muazzez olmadan bir hikmeti bulunabileceğini tahmin etmiyordu. Onu kaybetme tehlikesi beliren zamanları, hatta onu eliyle kendinden uzaklaştırdığı günleri hatırladıkça şaşırıyor: "ben bunu nasıl yaptım?" Diye kendine soruyordu.
Açıkçası, insanlar niye, adına aşk dedikleri bilmeceyi çözemiyorlardı. Bunca acıya, bunca cinayete, bunca intihara değer miydi bu ruh hali? Çünkü aşk fizikseldi, kimsayal değil.
Ve ona baktıkça, kokusunu duydukça her şey yer değiştirmeye başlıyor. Sağ kolum onun sol kolunun yerine geçiyor. Sonra sol gözümü görüyorum onun sol gözünün yerinde. O ben oluyor bi müddet sonra ben de o. Yer değiştirdikçe daha çok benziyoruz birbirimize. Asla olmaz dediğim her şey onda vücut buluyor sanki. İki parçayız biz, bütüne varmaya çalışan. Anlıyorum o an. Aşk dedikleri böyle bi şey mi diyorum kendi kendime. Bi bütünün parçaları olmak mı? Zamanın ötesinde akıp gitmek mi yekpare bedende?
Aşk bu. Aşk dedikleri bu. Yıkmak ve yapmak. Daha fazlası değil, daha azı değil. Aşk ne beklenenden fazla ne düşünülenden az. Aşk var değil, aşk yok değil. Aşk mutlu etmez, aşk mutsuz da etmez. Aşk hep ortadadır.