"Müvekkilimi görmek istiyorum," dedim soldaki askere. "Hemen."
"Yasak," dedi sadece. Bakışları yerdeydi, başını kaldırmıyordu.
"Umurumda değil," dedim sert bir sesle. "O benim müvekkilim ve görmek istiyorum, şimdi bu kapıyı ya açacaksınız ya da..."
"Yasak," dedi asker başını yerden kaldırıp sert bir şekilde bana bakarak. "İçeriye girmek için Marco'dan izin almanız gerekiyor."
Marco. Bu ismi nereden tanıyordum? "Marco kim?" dedim kaşlarımı çatarak. "İzin almak da ne demek?" Ardından soruyu sorar sormaz Marco'nun kim olduğunu hatırladım. Ölüm Tim'inin en korkutucu adamıydı, muhalefet liderini öldürdüğü konuşuluyordu ve bu timin de kurucusuydu. Onu görenler kendi arasında konuşmaktan bile çekinirdi, savcılar arasında bile ona hayran olanlar vardı.
--
(Peki ya sonra?)
--
Marco'ya doğru yürüdüm.
Poşeti ona doğru uzattığımda hatta göğüs kafesine çarptığımda "Al," dedim sert bir sesle. "İki kilo mandalina, vitamin, iyi gelir."
Marco'nun kaşları havalandı, nadir insani tepkiler veren birisiydi ve şu an o kadar insani bir tepki veriyordu ki, bu da şaşırtıcıydı. Poşeti eline alıp içine baktı ardından güldüğünde gözlerinin içi parladı. "Bu hayatımda gördüğüm en harika rüşvet," dedi keyifle ve şaşkınlıkla. "Yaklaşık iki saattir yiyemiyordum ve o da öfke yaptı herhalde." Gülerek bana baktı. "Beni şaşırttın."