Orta Asya denince hatrımıza neresi gelir? Bu coğrafya tabiri her ilim bölümü tarafından ayrı şekilde tarif ve izah edilmiştir. Tabiidir ki bu mefhum bir Türk kültürü tarihi yazarı için de başka şekilde sınırlanmış bir sahayı ifade etmektedir. Bu saha, Tanrı dağlarının güneyinde ve kuzeyinde olmak üzere iki bölüme ayrılarak mütalaa edilebilir. Tanrı dağlarının güneyindeki kısım, bugünkü Doğu Türkistan'dır. Kuzeyinde kalan kısımlar ise Çungurya stepleri, İrtiş havzası ile Altay dağlarıdır.
Eski Türkler de iyi ve güzel olayları, aydınlıkla ve ışıkla anlatırlardı. Biz, nasıl yeni bir oğlu olan dostumuza, " Gözün aydın olsun ", diyorsak, onlar da Oğuz Kağanın doğuşu dolayısı ile, " Ay Kağan'ın gözleri aydın oldu, renklendi " diyorlardı.
Eski Türkler, kırmızı renk için genel olarak " al " sözünü kullanırlardı. Fakat bu söz sonradan, biraz da manevi bir anlam almıştı. Nitekim loğusaları basan ve kötülük yapan " Albastı " da, yine bu rengi taşıyordu. Altay Türkleri, büyük kurt sürülerini idare edip köylere korkunç zararlar veren kurtlara da zaman zaman " al börü " derlerdi. Bu allık kurdun veya albastı gibi ruhların renginden dolayı değil; daha çok onların korkunç zararlar vermesinden ileri geliyordu.
Türk mitolojisinde Türlerin çiğ et yediğine dair, elimizde hiçbir delil yoktur. Ama büyük kahramanlar o kadar korkunç idiler ki, zaman zaman çiğ et bile yerlerdi.. Onun içindir ki Oğuz Kağan'ın doğduktan sonra çiğ et istemesi bundan geliyordu.
Türklere göre hem gök hem yer kutsaldı. İran da ve Avrupa mitolojisinde olduğu gibi, yer kötülüğün ve fenalığın sembolü değildi. Ama gök yerden daha önemli idi. Bu sebeple Oğuz Kağan ilk önce gökten inen kutsal kız ile evlenmişti.
Eski Türkler göğe " Tengri " derlerdi. " Tengri ", hem gök hem de " Yüce Tanrı " anlamına geliyordu. Ama onlar gök kubbesini anlatmak isterken " Kök Tengri " derler ve böylece, gök kubbesini esas büyük Tanrıdan ayırırlardı.