Bigwig’in ruhu da, bedeni gibi sertti ve duygusallıktan uzaktı; ama zorluk ve tehlikeyi yaşamış olan birçok canlı gibi, gördüğünde acıyı tanır ve saygı duyardı.
Musica Practica
İki müzik vardır (en azından ben hep böyle düşündüm): Din- lenen ve çalınan. Bu iki müzik birbirinden bütünüyle farklı iki sanattır, her biri kendinde tarihini, sosyolojisini, estetiğini, eroti- ğini taşır: Aynı besteci dinlendiğinde önemsiz olabilirken çalın- dığında (kötü bile çalınsa) çok büyük olabilir: Schumann gibi. Çalınan müzik pek az işitsel bir etkinliğe dayanır, özellikle ele ilişkindir (demek ki bir anlamda çok daha duyusaldır); bu, sizin ya da benim, yalnız başımıza ya da dostlar arasında, katı- lımcılardan başka dinleyici olmadan (yani her türlü yapmacık- lik riskinden, histerik istekten uzakta) çalabileceğimiz müziktir; bu kaslara ilişkin bir müziktir; onayın sadece bir kısmı işitsel duyuyla ilgilidir: Sanki beden duyar gibidir -"ruh" değil; bu müzik "yürekten" çalınmaz; piyanonun ya da nota sehpasının başındaki beden buyurur, yönetir, düzenler, okuduğunun trans- kripsiyonunu kendisi yapmak zorundadır: Ses ve anlam üretir: Yazılı mesajın ileticisidir, alıcısı, yakalayıcısı değil. Bu müzik or- tadan kalkmıştır; ilk başta işsiz güçsüz sınıfa (aristokrasi) bağlı olduğundan burjuva demokrasisinin ortaya çıkışıyla birlikte ya- vanlaşarak dünyevi bir ayine dönüştü (piyano, genç kız, salon, noktürn); daha sonraysa silindi (bugün kim piyano çalıyor?).
Sayfa 235 - YKYKitabı okudu
Reklam
İnsanı insan yapan bilinci midir?
Ruh mu bedene hapistir yoksa beden mi ruha?
29 Haziran 1934 Gizemciliğin içinde, sadece hoşlukların olduğu, mecburiyetlerin bulunmadığı mertebeye ulaşmak; hiçbir tanrı olmaksızın vecde girmek, sırlara ermeden gizemci ya da epoptes* olmak; hiç inanmadığımız bir cennet üzerine günlerce düşünmek – cehaletin ne olduğunu da gayet iyi bilen bir ruh zevke ancak böyle kavuşur. Bir gölgeyle kuşatılmış bir beden olan benliğimin çok üstünde, çok uzağımda – ne kadar da yüksekte salınır sessiz bulutlar; bir bedene tutsak düşmüş ruhun, benim çok üzerimde – ne kadar da yüksekte salınır gizli gerçekler... Her şey o kadar yücelerde ki... Ve aşağıdaki gibi yukarıda da her şey geçer, bize yağmurdan başkasını bırakan bulut, ıstıraptan gayrısını bırakan gerçeklik görülmemiştir... Evet, yücelen her şey yücelerden geçer ve geçer; arzulanabilecek ne varsa uzaktadır ve uzaktan geçer... Evet, her şey çeker bizi kendine, her şey yabancıdır bize ve her şey geçer. İster güneşte ister yağmurda, ister beden olayım ister ruh, benim de geçip gideceğimi bilmek neye yarar? Her şeyin salt hiçlik, dolayısıyla hiçliğin her şey olduğunu umut edebilmek dışında, hiçbir şeye.
Sayfa 552 - h.k 472/ *Eleusis gizemlerinde yüksek dereceye varmış mürit. Pessoa henüz yayımlanmamış başka bir metinde epoptes’lerden bahseder.Kitabı okudu
“Sadece çağının çocuklarına değil, kimseye benzemiyor. Nedeni bir tane. Her şeyin, içinde her gün büyüyen sonsuzluğun nedeni bir tane. O da yaşadığı hayata uzaktan bakabilme yeteneği. Kişinin öncelikle kendine uzaktan bakmasıyla başlayan daha sonra bütün hayatına, dostlarına yayarak keskinleştirdiği uzaktan seyredebilme yeteneği. Zaman içinde
“İnsanın kendi imkânlarıyla bir uzay mekiği inşa etmesi böyle oluyor işte. Önce deneme mahiyetinde fırlatılan maymunlar gibi birkaç duygu bindiriliyor mekiğe. Sonra da bütün beden, bütün beyin hazırlanıyor, dünyanın dışına yollanmaya. Tek amaç, Ay'a benzeyen bir uydu olmak. Dünya güzel ama uzaktan, çok uzaktan, diyebilmek…”
Sayfa 471 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
960 öğeden 291 ile 300 arasındakiler gösteriliyor.