Etnik kimlik,insanın kendi eylemiyle sonradan kazandığı ve eylemiyle belirlediği bir nitelik olmadığı için, her türlü spekülatif yüklemeye ya da eksiltmeye açık, üzerinde duruldukça içi dolan, araştırıldıkça kurgulanabilen, konuşuldukça tanınan ve sahiplenildikçe ya da dışlandıkça ayağa kalkan bir kimliktir. Bu yönüyle etnik aidiyet, her türlü tasnife ve kategorizasyona açık bir kimlik türünü oluşturuyor.
Ancak ayrıştıramadığınız (definition) şeyi tasnif edemeyeceğiniz, kategoriye alamayacağımız için, etnik kimlik, insanın toplumsal eylemiyle edindiği diğer kimliklerin tersine, birleştiren değil, ayrıştıran bir kimlik türüdür, yani etnik tasnif yapabilmek; kategorize etmek için, ayrıştırmak zorundasınız.
Oysa söz gelimi, eylemimle edindiğim mesleki kimlik, ekonomik ve siyasi dayanışma imkânını, eylemimle edindiğim sevecen dost kişilik, toplumsal ahlâki dayanışma ve birlik imkânını, potansiyel olarak içerirken, doğuştan ve istemim dışında edindiğim etnik kimlik, ayrışma imkânı içermektedir. Aslında etnik kimliğin ne olduğuna, içeriğinin nasıl doldurulacağına, etnolojiyi, anropolojiyi ve sosyal antroplojiyi birer bilim olarak kuran Batı Aklı yanıt vermelidir.
Eğer bilimler, hayatın gereksinimlerinden doğmuşlarsa, bu bilimlerin kim tarafından ve kimin hayati gereksinimlerini karşılamak üzere doğduğu üzerinde de düşünmemiz gerekiyor. Ya da meseleyi tersinden sorgularsak: etnolojinin kurucusu niçin Türkler değildir, sosyal antropolojiyi niçin Araplar veya Farslar değil de, Avrupalılar kurmuştur gibi sorulara ne tür yanıtlar verebiliriz?