Bir hesaplaşma olacağına, bütün adaletsizliklerin yerini bulup yaptıklarımızın sorgusuz sualsiz doğruluğunun görüleceği, haklı gerekçelerimizin dünya üzerinde birer alev gibi parlayacağı o günün geleceğine tüm kalbimizle inanıyoruz. Ama yanılıyoruz: Hesaplaşma günü diye bir şeyin olmayacağını iyi belle, belki anca kazara.. O kadar çok kolay kazara yaşanıyor ki birçoğumuz için hesaplaşma gününün bir temenni, hatta bir beklenti haline gelmesi abes değil. Fakat düzensizce öleceğiz, her şeyin kaos içinde olduğunu yansıtır şekilde, layıkıyla hazır olmadığımız bir anda, darmaduman bir halde, çoğu mesele çözülmemiş ve hesaplar kapanmamışken öleceğiz..
Acısının hâlâ onunla birlikte, orada olduğunu hissedebiliyordu. Çantasından çıkararak silkeleyip köşedeki elbise askısına astığı çok giyilmiş bir giysi gibiydi; sessizce asılı durup nereye giderse gitsin, orada onu bekleyen..
Uyuyormuş gibi yaptığı süre boyunca karısını düşündü. Onu evin içinde kaybetmiş, Haliç'e bakan pencerenin önündeki koltukta unutmuştu. İçinden neler geçtiğini hiç merak etmemişti..
Hiç farkına varmadan babası olmuştu. Kalbini karısına açmayan, evinin dışındaki hayatı evinin içindekinden daha önemli bulan, evdeki yürek sızılarını anlamayan, anlasa da umursamayan, çehresi daima asık, sesi daima gür ve azarlamaya hazır babası..
O yaranın acısını bastırmakla, yaradılışındaki o dik başlı hatta kibirli duruşu abartmakla, ona genç yaşında ağır bir darbe indiren hayata karşı küstah durmaya çalışmakla geçirdi bir ömrü..
Yaşamımın geçitlerinde hep onun resmi vardı, biliyordum, yaşama, yaptıklarıma vermeye çalıştığım anlam belki de onun yüzüydü, benim için yaşamanın anlamı bu kesik, karaltılı desenlerden onun yüzünü çıkartabilmekti belki de..
Gazetede bir sabah şaşkınlıkla gördüğüm o ilanı hatırlıyorum hep: " Sonsuza dek sürse de, seni aramak, seni bulmak zorundayım. Bir de, büyüdüğümü bil." Sonra ismini görmüştüm, bir anda pek çok şey anlatan ya da aynı anda hiçbir şey çağrıştırmayan o beş harfli sözcüğü..