Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Anıl Haznedar

Anıl Haznedar
@bidolukitappp
İnstagram @haznedaranil
İzmir
24 Haziran
159 okur puanı
Nisan 2017 tarihinde katıldı
Mal üretimini kısıtlayarak halk kitlelerinin yoksulluğunu sürdürmek de yeterli bir çözüm değildi. Kapitalizmin son aşamasına geldiği, kabaca 1920 ve 1940 yılları arasında büyük ölçüde böyle oldu. Birçok ülkenin ekonomisi durgunluğa bırakıldı, topraklar ekilmedi, yeni makine yatırımları yapılmadı, halkın geniş kesimleri çalıştırılmadı ve yarı aç yarı tok, Devlet yardımına terk edildi. Ama bu da askeri bakımdan güçsüz düşülmesine yol açtı ve getirdiği yoksunluklar açıkça gereksiz olduğundan, muhalefeti kaçınılmaz kıldı. Sorun, dünyanın gerçek zenginliğini artırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceğiydi. Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli kılınmasıydı.
Reklam
Gel gör ki, zenginliğin genel yükselişinin hiyerarşik bir toplumun ortadan kaldırılmasını tehlikeye düşürdüğü, ama aslında hiyerarşik toplumun bir anlamda ortadan kaldırılması demek olduğu da açıktı. Belli ki, herkesin daha az çalıştığı, yeterince yiyecek bulduğu, banyosu ve buzdolabı olan bir evde yaşadığı, bir arabası, hatta uçağı olduğu bir dünyada, eşitsizliğin en belirgin, belki de en önemli biçimi ortadan kalkmış olacaktı. Zenginlik, bir kez genelleşti mi, ayrım tanımayacaktı. Hiç kuşku yok ki, kişisel mülk ve lüks anlamında zenginliğin eşit bir biçimde dağıtılacağı, buna karşılık iktidarın küçük bir ayrıcalıklı zümrenin elinde toplanacağı bir toplum düşünmek mümkündü. Ama böyle bir toplum uygulamada uzun süre ayakta kalamazdı. Çünkü boş vakit ve güvenlik herkesçe paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı. Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi. Yirminci yüzyılın başlarında bazı düşünürlerin hayalini kurdukları gibi, geçmişin tarım toplumuna geri dönmek de uygulanabilir bir çözüm değildi. Bu, hemen hemen tüm dünyada handiyse içgüdüselleşmiş makineleşme eğilimine ters düşüyordu; dahası, sanayileşmede geri kalan her ülke askeri açıdan da güçsüz düşüyor, daha gelişmiş rakiplerinin dolaylı ya da dolaysız boyunduruğu altına giriyordu.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarından bu yana, tüketim malları fazlasının ne yapılacağı, sanayi toplumunun gizil bir sorunu olagelmiştir. Pek az insanın yeterince yiyecek bulabildiği günümüzde bu sorun hiç kuşkusuz ivedilik taşımamaktadır; dahası, hiçbir yapay yok etme süreci yaşanmıyor olsaydı bile ivedilik kazanmayabilirdi. Günümüz dünyası, 1914'ten

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
OLİGARŞİK KOLEKTİVİZMİN TEORİ VE PRATİĞİ Emmanuel Goldstein
"Sizin anlayacağınız," dedi, "karanlıkta savaşıyor olacaksınız. Hep karanlıkta olacaksınız. Aldığınız emirleri nedenini bilmeden yerine getireceksiniz. Size, daha sonra, yaşadığımız toplumun gerçek yüzünü ve onu yok etmek için izleyeceğimiz stratejiyi öğreneceğiniz bir kitap göndereceğim. Kitabı okuduktan sonra Kardeşliğin gerçek üyeleri olacaksınız. Fakat uğrunda savaştığımız genel amaçlar ile günün gerektirdiği görevlerden başka hiçbir şey bilmeyeceksiniz. Size Kardeşliğin var olduğunu söylüyorum, yüz üyesi mi var, yoksa on milyon üyesi mi, söyleyemem. Siz bir düzinesini bile asla bilmeyeceksiniz. Üç dört bağlantınız olacak, onlar da ortadan kayboldukça yerlerini yenileri alacak. Bu sizin ilk bağlantınız olduğu için hep sürecek. Aldığınız emirler benden gelecek. Sizinle bağlantıya geçmemiz gerekirse, bunu Martin aracılığıyla yapacağız. Bir gün yakalanırsanız, itiraf edersiniz. Bu kaçınılmazdır. Ama kendi eylemleriniz dışında itiraf edecek pek az şeyiniz olacak. Bir avuç önemsiz insan dışında kimseyi ele veremeyeceksiniz. Büyük olasılıkla beni bile ele veremeyeceksiniz, çünkü o zamana kadar ben ya ölmüş ya da farklı bir yüzü olan farklı birine dönüşmüş olacağım."
Reklam
"Kim bilir, altı ay, belki bir yıl daha birlikte olabiliriz. Ama sonunda ayrılmak zorunda kalacağımız belli. Ne kadar yalnız kalacağımızın farkında mısın? Bizi yakaladıkları zaman birbirimiz için hiçbir şey, ama hiçbir şey yapamayacağız. Ben konuşsam da, konuşmasam da seni kurşuna dizerler. Ne yapsam, ne söylesem ya da ne söylemesem, seni öldürmelerini engelleyemem. Birbirimizin yaşayıp yaşamadığını bile bilemeyeceğiz. Elimiz ermeyecek, gücümüz yetmeyecek. Önemli olan bir tek şey var, o da hiçbir yararı olmasa bile birbirimize ihanet etmemek."
"Seviştiğin zaman içindeki enerjiyi boşaltırsın; sonra da kendini mutlu hisseder ve hiçbir şeyi iplemezsin. Ama senin bu halin onların hiç hoşuna gitmez. Her zaman enerji yüklü olmanı isterler. Bütün o yürüyüşler, bağrını yırtarcasına bağırış çağırışlar, bayrak sallamalar, ekşiyip bozulmuş cinsellikten başka bir şey değildir. Gönlün ferah, keyfin yerindeyse, Büyük Birader'miş, Üç Yıllık Plan'mış, İki Dakika Nefret'miş, bütün o iğrençlikler neden kendinden geçirsin ki seni?" Winston, çok haklı, diye geçirdi içinden. Sofuluk ile siyasal softalık arasında doğrudan ve yakın bir bağıntı vardı. Parti'nin, üyelerinde gerekli gördüğü korku, nefret ve çılgınca bağlılık, o güçlü içgüdü bastırılıp itici bir güç olarak kullanılmadan nasıl kıvamında tutulabilirdi ki? Parti, kendisi için tehlikeli bulduğu cinsellik güdüsünü kendi yararına yönlendirmişti. Ana babalık içgüdüsü konusunda da benzer bir oyun oynanıyordu. Aile tümden ortadan kaldırılamadığı için, insanlar eskiden olduğu gibi çocuklarını sevmeye özendiriliyordu. Buna karşılık, çocuklar ana babalarına karşı sistemli bir biçimde kışkırtılıyor, onları ispiyonlamaları ve sapmalarını ihbar etmeleri öğretiliyordu. Aile, Düşünce Polisi'nin bir uzantısı olup çıkmıştı. Artık aile herkesin gece gündüz kendisini yakından tanıyan muhbirlerle kuşatılmasını sağlayan bir aygıttı.
Karanlığın olmadığı yer, düşlenen gelecekti; hiçbir zaman göremeyeceğimiz, ama belli belirsiz de olsa paylaşabileceğimizi sezdiğimiz gelecek.
Bir Parti üyesinin ilke olarak hiç boş vaktinin olmaması ve yatak dışında hiç yalnız kalmaması gerekiyordu. Çalışmak, yemek yemek ya da uyumak dışında kalan zamanlarda mutlaka ortaklaşa bir etkinliğe katılmalıydı: Yalnızlıktan keyif aldığını gösteren herhangi bir şey yapması, dahası kendi başına yürüyüşe çıkması bile her zaman biraz tehlikeli olabilirdi. Yenisöylem'de buna, bireycilik ve ayrıksılık anlamında ayrıyaşam deniyordu.
Sonunda Parti iki kere ikinin beş ettiğini söyler, siz de buna inanmak zorunda kalırdınız. Önünde sonunda bunu söylemeleri kaçınılmazdı: İçinde bulundukları konumun mantığı bunu gerektiriyordu. Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğini değil, gözler önündeki gerçekliğin varlığını da üstü kapalı olarak yadsıyordu. Sapkınlıkların sapkınlığı sağduyuydu. Ve işin asıl korkunç yanı, farklı düşündüğünüz için sizi öldürecek olmaları değil, haklı olabilecekleriydi.
Reklam
Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.
Bir bakış, sesteki bir titreşim, fısıldanan bir sözcük bile isyan anlamına geliyordu. Oysa proleterler, kendi güçlerinin bilincine bir varabilseler, belki gizli etkinlikler yürütmeye bile gerek kalmayacaktı. Yalnızca ayağa kalkıp, sırtına konan sinekleri savuşturan bir at gibi silkinmeleri yetecekti. İsteseler, Parti'yi akşamdan sabaha yerle bir edebilirlerdi. Hiç kuşkusuz, önünde sonunda akılları başlarına gelecekti. Gel gör ki!..
Winston geçmişi düşündüğünde de aklına farklı bir şey gelmiyordu. Yeterince yiyecek bulabildiği, delik deşik çoraplar ve iç çamaşırları giymediği, evdeki eşyaların kırık dökük olmadığı bir dönem anımsamıyordu; odalar doğru dürüst ısınmazdı, metrolar hep tıklım tıklımdı, evler dökülüyordu, ekmekler kapkara, çay kıtı kıtınaydı, kahve bulaşık suyu gibiydi, sigara bulmak her zaman sorun olmuştu; şu yapay cin dışında tek bir şey yoktu ki ucuz ve bol olsun. Ve bu sıkıntı, pislik ve kıtlık, bitmek bilmeyen kışlar, yapış yapış çoraplar, hiçbir zaman çalışmayan asansörler, bir türlü ısınmayan sular, pürtüklü sabunlar, dağılıveren sigaralar, tatsız tuzsuz yemekler nicedir insanın yüreğini daraltıyorsa ve insan yaşlandıkça her şey daha da kötüye gidiyorsa, bütün bunlar dünyanın bu düzeninin doğal olmadığını göstermiyor muydu? İnsan bu durumun dayanılmaz olduğunu düşünüyorsa, bir zamanlar düzenin şimdikinden çok farklı olduğuna ilişkin anıları olması gerekmez miydi?
Winston, birden, yürekten inanarak, çok sürmez, Syme'ı buharlaştırırlar, diye geçirdi aklından. Çok zeki. Her şeyi çok açık seçik görüyor ve sözünü sakınmıyor. Parti böylelerinden hoşlanmaz. Bir gün ortadan kaybolacak. Görünen köy kılavuz istemez.
238 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.