Bu şehirde adının verildiği bir sokak,
Sonbahardan kalma bir hava,
Mayısın başlarında.
Geç mi açtı kır çiçekleri ?
Erken mi kurudu tomurcukları?
Anlayamadım!
Bir özgürlük şarkısı dudaklarda
Yorgun bedenleri taşır sonsuzluğa.
Eylül'den kalma bir hava
Mayıs'ın başlarında.
Sokaklarda prangalanmış bir şarkı
Özgürlüğe koşan çocukların dudaklarının arasında.
Bir yaprak dökümü Mayıs ayında
Yemyeşil, Masmavi
Bir utanç yazıldı kitaplara
Kara, kapkara
Ey utanç! yanıldın.
O Mayıstan sonra
Gök mavi, DENİZ maviydi,
Ve Deniz'in gidişi; gelişinin rengiydi.
Faruk Yamen / Deniz'e
Uygun zamanı bekleyip tepenin ardından yüz ehil süvarisiyle meydana dalarak Müslümanları darmadağın etmeseydi özgürlük hayalleri suya düşecekti. Kalbinin her atışında bu hayalin uzaklaşacağını da biliyordu. Kararını verdi ve olanca gücüyle bileğine yüklendi. Mızrak elinden çıktığı anda birkaç adım sendeleyerek savrulduğunu gördüm. Güç' lü bir atıştı. Mızrak havada uçuyor, Hamza'nın yorgun bedenine doğru ilerliyordu. Vahşi, bütün ömrünü düğümlediği bu atışın sonucuna kilitlenmiş, bildiği putların adlarını ana ana ayak parmakları üzerine yükselerek mızrağın gidişini takip ediyordu. Savaş meydanında can alıp satanlar saniye saniye kendisini perdelemeseler daha iyi görebilecekti besbelli. Zamanı bir yerde durdurabilme şansım olsaydı, tam o anda durdurmayı tercih ederdim. Gülümün o sahneyi ve daha sonrasında olacakları görmekten ne derece üzüleceğini düşünerek yapardım bunu. Can havliyle mızrağın önüne koşmam bu yüzdendi. Belki yönünü eğriltebilir, belki hızını azaltabilir, hiç olmazsa sivriltilmiş ucuna kendimi siper ederek hedefe çarpış şiddetini azaltabilirdim. Ya bir melek olmayı veya kanatlarımın kırlangıç kanadı kadar hızlı hareket etmesini istediğim andı. Olmadı, olamadı, yapamadım, yetişemedim ve mızrak olanca şiddetiyle girdi sırtına Hamza'nın. Yiğit Hamza, görkemli Hamza, aslanları yelesinden Yakalayıp alt eden cihan pehlivanı Hamza, gülümün sütkardeşi Hamza. Yeryüzüne onun gibi kahraman bir daha zor gelirdi.
Vahşi’nin mızrağı milim şaşmamış, sırtından girip göğsünden çıkmıştı. Meleklerin tekbirleri yükseliyordu. Hamza Sendeleyerek yanı üstüne düştü...
Özgür bir kuş atılır
terkine rüzgarın
ve süzülür akıntıyla beraber
sonuna kadar
ve daldırır kanatlarını
gün rengi ışığına güneşin
ve sahiplenmek ister
cesaretle gökleri.
Fakat daracık kafesinde
durup dolanan bir kuş
görebilir mi hiç
gazap parmaklarının ötesini
kanatları yolunmuştur
ve zincirlidir ayakları
bundandır şarkı söylemek için
gırtlağını hazırlaması.
Söyler şarkısını
kafesteki kuş
sesi bilinmezliğin
korkusuyla titrer
o kadar çok ister ki
duyulur uzak tepelerden
kafesteki kuşun
özgürlük şarkısı.
"Zincire vurulmuş kollarını" herşeye rağmen aşka açan, İştar'ı değil Isa'yı seçen, servete ve Piskopos'un kuzgunların yuva yaptığı beynine boyun eğmek zorunda kalan, malesef doğu milletlerinin yozlaşmış teamüllerinin altında ezilen Selma Karamy'nin hikayesi...
Ruhu özgürlük şarkısı söylerken bedeni anlamsız mecburiyetin altında inleyen kolu kanadı kırılmış bir kadının hikayesi.
Kırık Kanatlar, kaderi bütün hayatını bir örümcek ağı gibi sarmış Selma'nın özgürlüğe, aşka uçmak istediği ama başaramadığı çırpınışlarıdır.
ÇAV BELLA HİKAYESİ
"Bella Ciao” aslında bir İtalyan halk şarkısıdır. Bir zamanlar İtalya’nın kuzeyindeki Po Ovası’nın pirinç tarlalarında zor, hattâ sefil koşullarda çalışan işçilerin söyledikleri bu isyankâr şarkının bestecisi ve söz yazarları bilinmemektedir. Bu anonim folklorik şarkının sözleri, sabahleyin pirinç tarlasına çalışmaya giden
William Blake
William Blake poetikada klasik şairler tanımlamasındadır. Yapıtları kadar yaşamı da ilginç olan İngiliz şair, ressam, heykeltraş ve gravürcü Blake; 1757 yılında Londra'da bir tuhafiyecinin oğlu olarak dünyaya gelir. Sanata resimle başlar ve çok geçmeden 11 yaşında ilk şiirlerini yazmaya başlar. Çocukluğunda Shakespeare, Milton'u okur ve klasik dönem ressamlarını inceler. Hayata atılması ve para kazanmaya başlaması gravürledir. Kardeşiyle birlikte gravür dükkanı açar ama kardeşinin ani ölümüyle kapatır ve artık yaşamında yeni bir dönem başlamıştır. Kardeşinin ölümü onulmaz bir yara açar, akıl ve ruh sağlığını yitirir. Melankoli başlar, gerçek ve hayal birbirine girer. Bu dönemde devrimci fikirlerin yanında, klasik hristiyan düşüncesine karşı çıkar. Bu dönemde 'Ayda bir ada', 'Tüm dinler birdir ve doğal din yoktur', 'Masmyet şarkıları', 'Thel'in kitabı', 'Cennet ve cehennem evliliği', 'deneyim şarkıları', 'Fransız devrimi' 'Cennetin kapıları' ve 'Bir özgürlük şarkısı' yayınlanır... Oysa daha önce sadece 'Şiir taslakları adıyla şiirler yayınlamıştır. Dinlerle ilgisinden sonra Urizen kitabı, Los kitabı ve Ahania kitabı yayınlanır. Son yıllarında Sonsuz İncil'i yazar ve son resmi okuma yazmayı öğrettiği karısı Catherine'indir. 1827 yılında ölür. Hayatı boyunca ne maddi sıkıntıdan ne de eleştirmenlerin hırpalamalarından kurtulamamış, ölümüne dayanamadığı eşinden iki yıl sonra 40 yaşında iken veda etmiştir hayata. Son sözlerinin 'Rabbim, ruhuma yardım et' olduğu söylenir. Mezar taşında ise 'Dedi kuzgun: Hiçbir zaman' yazar.
Kaynak: everypoet.com/Archive/Poetry/...