mehmet kaplan, şiir tahlilleri'nde, attilâ ilhan şiirini ozanın alkol düşkünlüğüyle açıklamaya bile kalkıştı, oysa yok böyle birşey. türk şiirinin en 'kuru' ozanlarından biriyim ben. aram içkiyle de, cıgarayla da iyi değil, paris’te, fransız hayatının ayrılmaz parçası olan içki çeşitleri, o hayata uymak çabalarımın olağan bir sonucu olarak şiirlerime giriyor, içki içmeyi de orada öğreniyorum zaten. yemekten önce bir cinzano, yemekten sonra bir fine, hepsi o kadar, armagnac, calvados ve öbürleri de elbet tadını bildiğim şeyler ama, iş düşkünlük derecesine varmıyor, ilk yolculuğumda, paris'te cebimde rhum şişesi taşıdığım da doğru, ama niçin? dehşetli soğuk bir kıştı, kaldığım ucuz otelde kalorifer yoktu, rhum'la ısınmayı deniyorum.
* bir de şu var,-özellikle anadolu okuru, paris şiirlerinde yer alan fransızca yer, insan ve içki adlarını yadırgamıştır. bazı fransızca sözleri, mısraları da. bu yüzden eleştirirlerdi, hâlâ eleştirirler, bir çeşit züppelik gibi mi görünüyor ne? oysa değil. nasıl İstanbul'dan kars'a ya da adana'ya giden bir sanatçının şiirine yöresel dil özellikleri girerse, paris'e gideninkine de girer, o zamanlar bunu anlatamıyordum, şimdilerde anlatması kolaylaştı, zira anadolu içlerinden almanya, hollanda, fransa içlerine taşınan işçilerimiz, öyle yöresel dille karışık konuşuyorlar ki, onun yanında benim şiirler zemzemle yıkanmış kalır, böylece, yaptığımın züppelik değil, yaşanılan atmosferin getirdiği bir özellik olduğu da anlaşıldı.